SON OLARAK...

81 4 11
                                    

Otobüsün orta kısmındaki koltukta oturuyorum. Sağımdaki camdan dışarıyı seyrediyorum. Yokuş bir caddede ilerliyoruz. Birkaç kişi ayakta. Dışarıda hava soğuk ama otobüsün içi sıcak, montuma gömülmüşüm. Ellerim sonunda ısınıyor. Sonra heyecanlanmaya başlıyorum, birlikte oturup konuştuğumuz, sonra da yazıya döktüğüm hikayenin sonuna geliyoruz. Taşlardaki yazıları okumak için can atıyorum ama Satı Analar'ın evine gitmeme daha çok var. Ve anlatmak istediğim bazı konular var, otobüsten inene kadar bunları yazacağım:

Yaşadıklarını inanmazlar diye hiç kimseye anlatmamışlar. Birbirlerini desteklemişler, bu sayede daha güçlü hissetmişler. Fakat taşları yetkililere teslim etmişler ve ortaya birçok tarihi gerçek çıkmış. Zehra Kadın, buraya akrabalara sadece birkaç günlüğüne gelmiş ama yaşadıklarından sonra kendini toplamak için daha uzun bir süre kalmıştı. Ben de o süre içinde hepsi bir aradayken onları dinlemiş ve sonra da başlarından geçenleri yazıya dökmüştüm. Ben son bölümleri yazarken Zehra Kadın çoktan Ankara'ya geri dönmüştü, bu yüzden o şimdi burada değil.

Sonbaharın başında yaşadıkları şeylerden sonra çocuk çığlıklarını da duymuyor. Yan köyden bir tanıdıkları yazın ona bu seslerin gaybtan geldiğini söylemiş. Anladığım kadarıyla yanlış bir bilgi vermemiş ama Zehra Kadın gibi akıllı bir kadın bu sesleri cinlere bağlamış, taki güzün o ormana düşene kadar.

Mustafa da orman yangınında dev gördüğünü söylediyse de kimse ona inanmamış. Çocuğa korktuğundan saçmalıyor gözüyle bakmışlar.

Fakat işin garibi, insanlar oralarda devleri görmeseler de başka bir takım varlıklar görüyorlarmış. Bazen mavi, bazen yeşil veya turuncu yansımalar halinde cücelere benzer şeyler veya ağaçlarda dolaşan yılanlar gibi ya da hızla koşan ve daha önce görülmemiş hayvanlar gibi şeylerle rast geliyorlarmış.

Burada ilk başta hocalar devreye girmiş çünkü insanlar ilk önce onlara başvurmuşlar. Fakat içlerinden bir tanesi bunları herkesin gördüğünü göz önüne alarak, belki mantıklı bir açıklaması vardır diye bilime başvurmuş.

Alanında tecrübeli bazı uzmanlar bölgede araştırma yapmışlar ama bir sonuca ulaşamamışlar. Sadece bu şekillerin birer ışık yansıması olduğu ortaya çıkartılabilmiş. Şimdi ise, yıllar önce yaşayan ve nesli tükenen bazı hayvanların görüntüsünün uzayda, çok uzak bir yerlerden, ışık yol alırken yıllar geçtiği için Dünya'ya seneler sonra yansıdığı, şimdi oraya giden insanların görüntülerinin de yıllar sonra yeniden geri yansıyacağı düşünülüyor.

Otobüs ineceğim durağa gelmişti. İnince havanın daha da soğuduğunu hissettim. Hava iyice kurumuştu. Dar cadde boyunca yürüdüm. Yolun iki tarafında esnaflar dizilmişti. Gökyüzü pembe bulutlarla boyanmış, gece çökmeye hazırlanıyordu. Ağaçlar kurumuş, insanlar akşam yürüyüşüne çıkmıştı. Hava soğuk olsa da canlı ve iç ısıtan bir caddedeydim. Yılbaşı da yaklaşıyordu, her tarafta süsler, ışıklar vardı.

Sonra karşı kaldırımda ısınmak için dip dibe oturmuş, büzüşen köpekleri gördüm. Perdecinin önünde oturmuşlardı. Birdenbire ayaklandılar, benim olduğum kaldırıma, arkama koştular. Arkamı dönüp baktığımda kasabın bir köşeye et koyduğunu gördüm, yüzümde istemsizce beliriveren gülümsemeye engel olamadım.

Bir hediyelik dükkanından hediyeler aldım ve yürümeye devam ettim. Caddenin bir sokağından dönecektim ki, mavi gözleriyle ve dalgalı siyah saçlarıyla kendini belli eden Beria ile karşılaştım. Yol boyunca konuşarak ve binaların çatılarındaymış gibi görünen karşıdaki denize bakarak ilerledik. Gökteki pembe akşam bulutları ufukta denizle karışıyordu.

Evlerin dışı da yeni yıl kutlamaları için süslenmişti. Sokaklar baştan başa ışıklarla donatılmıştı. Nihayet eve geldik. Bahçenin kapısını açtım. Yan tarafta çardak vardı. Zile bastık, kapı açıldı. İçeride dairenin kapısı da açıktı ve Satı Ana'ya yılbaşı hediyelerini verdim. Büyük bir sevecenlikle beni kucakladı. İçeri geçince Selçuk Öğretmen'in olmadığını fark ettim. Satı Ana, Selçuk Öğretmen'in canlı dersi bittikten sonra Fışyuh'u veterinere götürdüğünü söyledi.

Ben de kaç defa sorduğum ve sorguladığım şeyi, bir daha sordum. Başlarına gelenlerin normal olmadığını, öyle bir ormanın ve mağaranın gerçeklik payının çok düşük olduğunu söyledim. Belki de tıpkı Mustafa gibi bir çeşit yanılsama yaşamışsınızdır, dedim.

Satı Ana bana cevap verdi;

"Eğer bir yanılsama olsaydı, o taşlar bizim elimize geçmezdi. Eğer bir yanılsama olsaydı, Fışyuh burada olmazdı ama bir rüyadaymış gibi hissediyordum. Sarman'ın o kadını tanıması ve kadının ona Foşha demesi, sonra Sarman'ın kaçtıktan sonra kaybolması, Çaybar'ın şehri ve bizi kovalayanları aklıma getirince hepsi gerçekten hayalmiş gibi geliyor bana."

Daha fazla üstelemedim. Bana her şeyi olduğu gibi anlattıkları açıktı.

Sonra içeri Beria girdi, "Büyümüşler mi?" diye sordu. Kucağında dört tane sarman kedi yavrusu vardı. "Büyümüşler" dedim. Hepsini kucağıma koydu. Kediler en sevdiğim hayvandır, mutluluğumu siz düşünün. Hele Satı Ana, bunlar senin olsun mu, diye sorunca kalbim yerinden fırlayacaktı. Memnuniyetle kabul ettim.

Sonra Selçuk Öğretmen geldi. Arkasından Fışyuh radyotik sesiyle bağırarak;

"Yolu açın, abiniz geldi!" dedi ve beni görünce koluma kondu. Başını okşayınca gözlerini kapatıp masajın keyfini çıkardı. Asaletli ama şapşal ve zeki bir papağandı, bize mağarada neler döndüğünü söylemiyordu. Göz şekli bir kartalın ki gibiydi.

Selçuk Öğretmen ise bir gün sonraki yılbaşı için süslemeler almıştı. Hep beraber evi süsledik ve taşlarda ne yazdığını soracağım anda, Beria bağırdı;

"Dışarıya bakın, kar yağıyor!"

Fışyuh hemen şaşkın bakışlarıyla camın kenarından dışarı bakan sarman kedi yavrularının yanına uçtu. Selçuk Öğretmen de dışarı bakıyordu. Lapa lapa kar yağıyor, sabaha sokakların beyaz bir örtüyle kaplanacağı anlaşılıyordu.

O gece orada kaldım. Bir sonraki sabah dışarıya merakla baktım. Her taraf bembeyazdı. Kahvaltıdan sonra dışarıya çıktık. Beria baloncuk yapma oyuncağını yanına aldı, havada tertemiz ve parlak görünen baloncuklar yaptı.

Tüm sokak dışarı çıkmıştı. Satı Analar'ın sokağı biraz yokuş olduğundan bir çocuk evinden sarı şerit getirmişti ve arkadaşlarıyla kayıyordu. Ben de onlara katıldım, çok eğlenceliydi. Bağırarak, düşmemeye çalışarak süratle kayarken Selçuk Öğretmen'in kardan adam yaptığını gördüm. Kayarken Beria ve Satı Ana bize kar topu atıyordu, Fışyuh da kahkaha atıyor, kendinden geçiyordu.

Biz epey bir eğlendikten sonra Selçuk Öğretmen'in kardan adamını yapmasına yardım ettim. Uzun uğraşlarımız sonucunda tamamladığımız kardan adamla daha fotoğraf çekinemeden, Fışyuh tek bir hamlede kardan adamın kafasının içinden geçti. Sonra çatıya konup;

"Sağlam olmamış!" diyerek gülmeye başladı. Selçuk Öğretmen onu dışarıda fazla kalıp üşütmesin diye eve gönderdi.

Biz de öğlen saatlerinde içeriye girdik. Ellerimiz kıpkırmızı olmuştu, çoraplarımız ıslanmıştı ve karın soğuğunu yemiştik ama çok eğlenmiştik ve mutluyduk.

Selçuk Öğretmen odasına girdi. Çıktığında elinde bir dosya vardı, bana uzattı.

"Hikayede olmazsa olmaz." dedi. Dosyada Tarya'nın yazdıklarının ve  Türkçe'lerinin olduğunu anlamıştım. Açıp sayfaları tek tek çevirdim ve hepsinin fotoğrafını çektim;

"Diğer yazdıklarımda bahsettiğim gibi, savaşa çok büyük bir hazırlık yapıyorlardı. Savaş oldu. Ben kaçtım.

Ama savaşı kimse kazanamadı çünkü beklemediğim bir sel onları silip götürdü. Ben savaşa hiç girmemiştim ama girenler arasında ölmeyi hak etmeyenler de vardı. Onlar için çok üzülüyorum. Onlar için çok ağlıyorum. Oğlum için, kocam ve kızım için ve onlar gibi masumlar için yas tutuyorum.

Diğerlerine ağlamıyorum. Onlar hiçbir şey düşünmüyorlardı. Savaşmak için amaçları bile yoktu, her şeyi hırs ve düşmanlık uğruna yaptılar. Gözlerini yıllardan beri süregelen düşmanlık kör etmişti. Çevrelerindeki güzelliklerin, evrendeki nizamın ve dengenin farkında değillerdi, görmüyorlardı. Beraber olmanın önemini kavrayamamışlardı.

Şimdi kedimle yalnız başımayım. Onun da yardıma ihtiyacı var fakat beraber güçlüyüz. İyi ki kaçtım. Ama hep üzgünüm ve üzülüyorum, ağlıyorum, ağlıyorum..."

NİHAYET

DOĞA ANAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin