1'★

4.7K 233 245
                                    

Yorum yapmayı unutmayınn!!!

iyi okumalar✨

"Evet, efendim." dedi, telefonun karşı tarafından. "Çocuğu da aldık, geliyoruz.". Duydukları onu tatmin etmişti. Kapattığı telsizi cebine koymuş, masasından kalkıp odadan çıkmıştı. Koridorun sonundaki odaya doğru yönelmiş, kapıyı tıklatmış ve içeriden ses gelmesini beklemişti. Ardından beklediği ses gelince içeri girmişti.

Masanın hemen karşısına geçip, dik bir şekilde dururken "William'ın altında çalışan gençlerden birini bulduk, efendim. Buraya getirilmesini istedim. İzninizle konuyla özel olarak ilgilenmek istiyorum." demişti. Kendinden emin bir şekilde durmaya çalışıyordu, öyle de yapıyordu. Bu sefer william'ı yakalayacaktı.

Binbaşı kim ise kolunu oturduğu koltuğuna yaslamıştı. Başta susmuştu. Düşünüyor gibiydi. Taehyung'a görev vermeye çekinirdi çünkü burnunun dikine giden biriydi. Bu huyunu da severdi. Hak edenlerin acı verici şeyler yaşaması kadar normal birşey olmadığını düşünürdü.

"Tamam, bununla sen ilgilen. Ama öldürme!" demişti, binbaşı kim. Taehyung ise başını sallamış ve onu onaylamıştı. Lakin biliyordu, eğer istediğini alamazsa bir şerefsizi daha hayatta tutmaya niyeti yoktu.

Yakaladıkları genç çocukla ilgili bir kaç bilgi daha verdikten sonra odadan çıkmıştı. Ardından tekrar kendi odasına geçmiş ve onun için bir hazine olan çocuğun gelmesini beklemeye başlamıştı. Bu çocuk çok fazla şey biliyor olabilirdi ve o bilgileri almak onun için nefes almaktan bile kolaydı. Önünde durduğu kişi korkudan titrerdi. Onun elinde ölmektense bilgileri söylemeyi tercih ederdiler.

Biraz zaman geçtikten sonra beklediği kişi gelmişti. Kapı çalmış ve hazinesinin geldiği haberi verilmişti. Keyifle yerinden kalkıp sorgu odasına giderken bir askerin önünde durup, "efendim, sınırda dört askerimiz şehit edilmiş." demesiyle bütün keyfi kaçmıştı. Öylece durmuş, içinde oluşan öfkeye hakim olmaya çalışmıştı. Haberi veren askere dönüp, "cesetleri burada mı?" diye sormuştu.

"Evet, yüzbaşım." demiş; "sizi oraya götüreyim!" diye de eklemişti asker. Taehyung başını olumlu anlamda tek seferlik salladıktan sonra askerin arkasından yürümeye başlamıştı. Zaten bildiği morg odasına girdiğinde duraksamıştı. Yan yana duran dört adet sedyenin beyaz çarşaflar ile kaplı olması tüylerini ürpertmişti. "Ailelerine haber verildi mi?"

Hızla başını sallarken konuşmuştu, asker. "Evet, efendim!" demişti. Kapının açılma sesi ile oraya dönerken giren kişinin jimin olduğunu görünce bakışlarını çekmişti.

Jimin, hemen taehyung'un yanında dururken acıyla çarşafla örtünmüş cesetlere bakmıştı. Bir şeylerin adil olmadığını düşünüyordu. Bir şeylerin yüreği yerinden söküp aldığını. Lakin elinden birşey gelmiyordu. Tek yapabildiği intikam alabilmekti.

Taehyung en baştaki çarşafı çekip cesedin yüzünü açarken, "song woo ji" demişti jimin sessizce. İşte o an taehyung'un sert bakışlarının üstüne gelmesini sağlamış ve "park jimin! Onlar bu ülke için canlarını feda eden şehitlerimiz! Neden adlarını alçak sesle söylüyorsun? Bağır!" diye tepki almıştı. Ses tonunu düzeltip hemen "song woo ji!" diye tekrarlamıştı, jimin.

Taehyung, geçtiği her şehit için yüreğinde bir burukluk ve gurur hissederken, jimin ise hepsinin adının sesli bir şekilde dile getiriyordu.

Onlar basit insanlar değildi. Onlar, kendi ülkeleri için değer verdikleri her şeylerini ikinci plana koyup, kendi vatanından olanların rahatça yaşayabilmesi için can veren kişilerdi. İşte taehyung da en çok onları çabucak unutup, şehit olmak kolaymış gibi davrananlardan nefret ederdi.

this is my last call to you  •taekook•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin