29'★

559 57 48
                                    

Yorum yapmayı unutmayın!!!

İyi okumalarr

(Bunu yapmaktan hiç hoşlanmıyorum
ama vote sınırı olarak 30,
yorum sınırı olarak da 70 yorum
olmadığı sürece bölüm atmayacağım.)


Tüm bunlara yalan demek istiyordum. Ama yapamıyordum. İçimden bir ses bunun yalan olmadığını, onun ölmüş olduğunu söylüyordu fakat kendime yediremiyordum. Ölmüş olamazdı.

Onsuz geçen, yokluğuna alışmaya çalıştığım bu iki ayda o kadar çok duygu yaşamıştım ki, artık hislerimin köreldiğini düşünmeye başlamıştım.

Kalbimde uzun bir yürüyüşe çıkmıştım. Adım attıkça cam parçaları ayaklarıma batıyordu. Canım çok acıyor, her bir kesikten akan yaş mutluluk denizime karışıyordu. Başımı yerden kaldırıp önüme baktığımda taehyung'u görüyordum. Tüm acılarıma rağmen seviniyordum onu gördüğüme. Fakat birden arkasını dönüp gittiğinde kahroluyordum. Onu tutmak istiyordum. "Gitme!" diye bağırıyor, adımlıyordum ona yetişmek için. Her bir yalvarışla attığım adımda, can kırıklarımın açtığı yaralar beni engelliyordu. O, hızla elimden kayıp giderken ben sadece yalpalıyor, haykırışlarla yere düşüyordum.

Buydu. Sürekli tekrarlayıp duran ve ayıkken bile zihnimi meşgul eden rüyam buydu. Düşününce aslında onu terk etmeyi isteyen de bendim. Belki de onu paramparça edip, ardından böyle bir olaya sürükleyen ruh hali de benim eserimdi.

Aynadan kendimi görebilecek bir hizada yatağımda oturuyordum. Dizlerimi kendime çekmiş, uzamış olan saçlarıma bakıyordum. Elim hareketlenip saç tutamlarıma karıştığında yüreğim burkuldu. O geldi aklıma.

Görevden alındığını öğrendiği gündü. O kadar kahrolmuştu ki, saçlarını kesmek için tereddüt etmemişti. Üstelik birazını kesmek yerine tümünü kesip, hayattan artık iyi bir şey beklemediğini göstermişti.

Böyle bir halde komik gelmesi gerekirdi fakat gözümün önüne sürekli son bakışmamız geliyordu. Onun sert tarafının yanı sıra kırılgan, hatta paramparça hallerine tanıklık etmek beni mahvediyordu.

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Onu bırakma fikrini nasıl bulduğum konusunda öfkeli bir şekilde düşünmeye başladım. Böyle bir şey nasıl olur da aklıma gelmişti? Yaşadığımız tüm yıkımlara karşı birbirimize bu kadar bağlanmışken onu nasıl bırakabildim?

Düşüncelerim bir an olsun ağırlığını koymaktan çekinmemiş, başımın dizlerime düşmesini sağlamışlardı. Dizlerimdeki daha da taşlaşmış olan kemiklerim alnıma batıyordu. Nefeslerin göğsümü kabartıyor olmasına rağmen sanki aldığım nefesleri saklayacak yer kalmamıştı içimde.

Kapı çalındı. Başımı daha demin yasladığım dizlerimden kaldırdım. Doğrulurken yerinde, "gel!" dedim. Kapı açıldığında içeri bryan girmişti. Bana bakıp sakince, "müsait misin? Gelebilir miyim?" diye sormuştu.

Bana rahatsızlık vermek istemiyor oluşundandı çekingen halleri. Yoongi hyung'un bile taşıdığı mesafeyi, bryan bana karşı hiç göstermemişti. Sürekli yanımda oluşu, şuana kadar yanımda olan tek dostum dememe sebebiyet veriyordu.

"Evet, gel." diye onu içeriye davet ettiğimde kapıyı ardından kapatıp usulca yanıma geldi. "Otursana!" diye uyardım onu. Bazen benim yanımda oturmayı, konuşmayı bile unutuyordu.

Evcilleştirilmişçesine davranıp söylediklerimi harfiyen yerine getirmeye alışmıştı. Oturduğu sırada bakışları üzerimdeydi. "Nasılsın?" diye sordu. Yüzüne bakarken soruyu düşündüm. Omuzlarımı silktim, bilmediğimi ima edercesine. "Aynı." dedim.

this is my last call to you  •taekook•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin