32'★

400 43 79
                                    

Yorum yapmayı unutmayın!!

İyi okumalarr

(Bölümü tekrar düzenledim
o yüzden düzenlemeden önceki
halini okuyanlar araya koyduğum '~' işaretinden sonrasından başlayabilirler.)

Bakışları beni takip ediyorken, gözleri oldukça dumanlıydı. Öteki elini hareket edip yüzündeki maskeye götürdüğünde bu sefer emin olmuştum. Elim açılan ağzımın üzerine kapanıyorken gözlerim irileşmişti.

"Sen- nasıl?" diye kendi kendime şok yaşarken burnundaki maskeyi indirdi. Derin bir nefes aldığında ona doğru eğilmiştim. "İnanamıyorum!"

Bakışları beni bulduğunda bedenim baştan aşağıya titredi. Bu bakışlar... Hayatımda hiç bu kadar özlem dolu bakışlar görmemiştim. Anlamazdım da ne barındırdığını bakışların. Lakin o kadar belliydi ki, bunu anlamak mümkün bile değildi.

"Konuş!" dedim. "Bir şeyler söylemeyi dene." Fakat hiç zahmette bulunmadı. Ağzını kıpırdatmadı bile. Ben çok mu şey bekliyordum bu haldeki biri için? Fazla mı bencil davranıyordum?

Kendimi kötü hissetmiştim bir anlığına. Bu yüzden onu zorlamadım. Ellerim tekrar yanaklarını bulduğunda üstüne eğilmiş, kaşının hemen üstüne küçük bir öpücük bırakmıştım. "Aklımı yerinden çıkardın!" diye de söylemiştim kendi kendime.

Yüz yüzeyken öyle uzun bir göz teması kurmuştu ki, sanki tüm hüzünlü şarkıları teker teker oynatmaya yetiyormuş gibi hissetmiştim. "Aptalsın! Neden böyle bir duruma düşürdün ki kendini?" diye sitem ettiğimde yüzünde aynı ifade ile bakmaya devam ediyordu.

"Sesini duymak istiyorum." dedim fısıldar gibi. Gözleri benden ayrılıp odanın başka bir ucuna döndüğünde yutkunmuştum büyükçe. kaşlarım çatıldı hafifçe. "Su ister misin? Belki konuşmana yardımcı olur."

Başını reddedercesine iki yana sallamış, yüzünü eklitip elini boynuna götürmüştü. Sanki boğazında bir şey varmış gibi göründüğünden, "Acıyor mu?" diye sormuştum. Saniyelik olarak kapanmış olan gözleri açılmış, benimkileri bulmuştu.

Kendini sıkıyor, ağlayacak gibi gözleri doluyor ama ağlamıyordu. Çok zorlanıyordu. Onu bu şekilde görmenin acısı yüreğimde sızı oluşturmuşken, burnumun direği sızladı. Kendimi bir yerlerden atma isteği uyandırıyordu.

Sağ elim kendi boynuma uzanırken, "boğazında bir sorun mu var? Konuşamıyor musun?" diye sormuştum tekrar. Bu sefer başını olumlu anlamda sallamıştı. Böylece ne diyeceğimi dahi bilememiş, dünya bir kaç dakikalığına dönmeyi bırakmıştı adeta.

Böyle bir şey... Akıl kârı değildi. Nasıl yaşayacaktı böyle? Ne zaman iyileşecekti veya iyileşecek miydi? Düşündükçe kafayı yemek istiyordum.

Yattığı yerden doğrulurken yüzünü tekrar ekşitmiş, kollarımı tutarak benden güç almıştı. Ayakta duran benim göğsüme yüzünü gömdüğünde, yılların yorgunluğu varmış gibi hissettirmişti.

Kokumu içine çektiğinde bir anlığına duraksadım. Gözlerim boşluğa takılı kaldı. Demek o da tıpkı benim gibi kokumu özlemişti...

Kollarımı sardım ona. "Buradayım." dedim. Belime sardığı kolları sıkılaşmıştı. Başını kaldırıp yüzüme baktığında yalnızca çaresizlik duygusunu seçebiliyordum. Kendini anlatamamanın çaresizliği.

Birden benden çekilip ellerimi tutmuştu. Başını iki yana hızla sallamış, dudak hareketleriyle bir şeyler söylemeye çalışmıştı. Kısılan gözlerimle anlamaya çalışmış, ne olduğunu anlayamamıştım. Tek bildiğim şuan bana önemli bir şey anlatmak için çırpınmasıydı.

this is my last call to you  •taekook•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin