Yorum yapmayı unutmayınn!!!
İyi okumalarr ✨
Göz yaşlarımı silme zahmetinde bile bulunmadan ellerimi uzattım ona. Çenesinin kenarlarından, saçlarına varan yerden avuçladım yüzünü. Burnuna nefes alması için konulan solunum cihazını gördükçe sinirlerim altüst oluyor, çekip atma isteğimi çoğaltıyordu.Dokunamıyordum. Yüzünün yarısını kaplıyordu cihaz. Dudaklarını görmek istiyordum. Gözlerini açıp beni görsün istiyordum. Bu duruma gelmiş olmasına inanamıyordum. Koma, aslında düşünüldüğü kadar basit bir durum değilken bu duruma düşmek nasıl bu kadar kolay olmuştu ki onun için?
Daha önce bu durumu yaşamadığımdan sadece tahminlere dayalı olarak anlayabiliyordum onu. Filmlerden, dizilerden gördüğüm kadarıyla aslında uyanık olmasalarda hem sesimizi duyabiliyor, hem de yaptığımız şeyleri algılayabiliyorlarmış.
Bu durumda ne kadar ağlarsam, kendimi onun önünde ne kadar harabe hale getirirsem o kadar üzülürdü bana. Çünkü biliyordum. Bana tüm o yaptıklarından sonra perperişan olmuş, vicdan azabıyla beraber duyguları aşka dönüşmüştü. Bana sırılsıklam aşıktı.
Tıpkı benim de olduğum gibi.
Yüzünden çektim ellerimi. Ellerine indirdim. Sıkıca tuttum. "Bak buradayım," dedim sesim kısık çıkarken. "Seni yalnız bırakmadım."
Öyle bir kırılmıştım ki, başımı eğmiş ve yüreğime düşen ateş parçacıklarını söndürebileceğini düşündüğüm göz yaşlarımla ağlamaya devam etmiştim. "Olmuyor, yapamıyorum!" diye kızdım kendime, ağlayışlarımın arasında.
Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda ise, "bana bunu yapma! Seninle olmasam bile bir yerlerde yaşıyor olman düşüncesi beni hayatta tutuyor. Senden başka kimsem yok benim." dediğimde kelimelerim anlaşılmamıştı bile.
Burnumu çekmiş ve sanki ona rest çekermiş gibi "eğer uyanmazsan ben gidip intihar ederim!" demiştim. Beni duyuyor olmasını, en azından bu yüzden uyanmasını dilemiştim. Bundan başka çarem kalmış mıydı?
Ayakta durmaktan yorulmadığım ama bacaklarımın üstünde de duramadığım enteresan bir andı bu. Dayanacak gücüm kalmamış, ama onun için saatlerce ayakta kalabilecekmişim gibiydi. Fakat buna rağmen gözlerim etrafta gezindi. İlk baktığım yerde bulmuştum aradığımı.
Buruk bir gülümsemeyle bırakmıştım elini. Aylar öncesinde sanki benim bir parçammış gibi sürekli üzerinde oturduğum sandalyeye yönelmiştim. Hala aynı yerde, pencerenin önünde duruyordu. Onu alıp yatağın ucuna getirdiğimde gözlerim komidinin üstünde duran bukete dönmüştü.
Dündü. Daha dün göndermiştim bu çiçekleri. Onun öldüğünü sanıp göndermiştim. Mezarına göndermiştim.
"Bak," demiştim oturduğum sırada. Elime çiçek buketini almış, "sana çiçek aldım." demiştim. "Sen bana hiç almadın ama ben sana aldım. Olsun, sende bana yatak almıştın." deyip yalandan gülerken aklımda bu odada geçen anılarımız canlanmıştı.
Derin bir nefes aldım. "Unutma beni çiçekleri." dedim, çiçeklere bakarken. "Seni asla unutmayacağımı bilmen için gönderdim sana. Beni asla unutma diye. Ne bu dünyada, ne de öteki dünyada. Hani olur ya, bazı insanlar birbirlerine aittirler sonunda kavuşamazlarsa bile. Ben daima bir tek senin olacağım. İster kovarsın, ister seversin, istersen de benden kaçarsın. Yanımda olmasan bile sana sadık kalmaya devam edeceğim. Biliyorum ki senin de benden yana şüphen yok."
Sandalyenin ucuna kadar gelmiş, başımı da ona doğru uzatıp göğsüne yaslamıştım. Bir kaç saniye boyunca yalnızca onu izlemiş, hiçbir şey söylememiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
this is my last call to you •taekook•
FanfictionJungkook hala taehyung'un suratına bakmıyordu. "Beni kelepçelemeyecek misin?" diye sormuştu kısık sesle. Ardından dönmüştü bakışları taehyung'a. Yerinden kalkmış jungkook'a doğru adımlarken konuşmuştu. "Biz sadece kaçabilecek olanları kelepçeliyo...