23'★

953 76 103
                                    

Yorum yapmayı unutmayınn!!!

İyi okumalarr ✨

"Beraber kurduğumuz her şeyi atayım mı yoksa, saklamalı mıyım?
Sürekli küllerinden doğan bir Anka kuşu olmama rağmen yoruldum.
Sürekli derin yaralarını iyileştiren biri olmama rağmen.
Az önce öldürücü darbeyi
indirmiş olabilirsin..."

Tedirginlikle parmaklarıyla oynayışına dikkat kesilmiştim. Onu bu hale getiren bendim. Bu yüzden onu bu sorunların içinden çıkarması gereken kişi de bendim. Kapı sonunda açıldığında içeriye girmiştik beraberce. Kendini kötü hissediyordu, belliydi.

Attığı her bir adımda geri gitmek istiyor oluşunu görebiliyordum. Fakat buna da bir çözüm bulacaktım. Bunu düşünmek zorunda olmayacaktı artık. 

Salona doğru giriyorduk. Bu ev her zamanki kasvetinin üstüne dahasını eklemişti sanki. Onunla aramda mesafe bırakmadan yürüyordum. Tutunacak bir dalı, yaslanacağı bir sırt, güvenebileceği biri olmak istiyordum bu yabancıların arasında.

Adımları oldukça sarsaktı salona girerken. Biri ona dokunsa düşecek, ona karşı tek kelime edilse ağlayacak gibi duruyordu. Bakışların bize dönüşünü de garip karşılamadım. "İyi misin, jungkook?" diye ortaya atıldı, yoo jung. 

Jungkook'un öncekinden bile daha ürkekleşen bakışları yoo jung'u bulmuştu. Dudakları aralanmıştı fakat buna rağmen sadece başını sallamıştı. Bakışlarımı ondan çekmiştim. "Min jae nerede?" diye sormuştum, bakışlarım etrafta kısa bir tur atarken.

Aradığımı bulamamıştım. "en son buralardaydı..." diyen yoo jung'un da bakışları etrafta gezinmeye başlamıştı. Onu boşvermişken jungkook'a dönmüştüm. Ruhsuzlaşan haliyle gözleri ağırca beni bulmuştu, tıpkı benimki gibi. 

Ağzımdan tek kelime bile çıkmak istemezken "hadi," demiştim. "Seni odaya götüreyim." diye eklediğimde ise çoktan üst kata çıkmak için merdivenlere adımlamıştım. Benim söylediklerime itiraz etmeye gücü, tahammülü bile yoktu artık.

Vakit kaybetmeden odaya girdiğimizde pek bir acelemiz yoktu aslında. Bazen biz demek bile yanlış geliyordu bana. Kendimi onunla aynı kefeye bile koyamazdım. Beni geçtim, bu onun için büyük bir hakaret sayılıyordu. Bundan sonrasında onu ne kırmaya ne de ağlatmaya hakkım vardı. Komik, öncesinde de yoktu ya.

İçimde adının sevgi olduğunu bildiğim bir his vardı. Bunu biliyordum çünkü annemden sonra kimseye bu duyguları beslememiştim. Merhamet yanıma yaklaşmak istese dahi en yakınımdan yediğim darbe üzerine onu elimin tersiyle itiyordum. Bunların hiçbiri yaptığım yanlışların üstünü kapatamazdı ki zaten kapatmak da istemiyordum, biri dışında.

Gözleri yine yeniden pencerenin bulunduğu tarafa dönerken şaşırmak istiyordum. Tüm bu olanlardan önce bana söylediği sözler geldi aklıma. Sormuştum ona. Ne buluyorsun şu pencerenin ardında diye sormuştum. Sadece tek bir kelime söylemişti. Özgürlüğümü...

Aslında hepsi benim hatamdı. Onu çıkmaza sokmuştum ve kaçmak onun için en mantıklı çözümdü. O gün anlamalıydım. Bana sarıldığında, teşekkür ettiğinde şüphelerime hak vermeliydim. Yine de bunlar yaşanmasaydı şuan böyle olur muyduk diye düşünmüyor da değildim.

Eskisinden daha kırgındı. Geçip yine usulca bu odadaki yerini almıştı. Nereden geldiklerini bilmediğim dürtülerim onunla konuşmam veya temasta bulunmam için ısrarcıydılar. Her ne kadar karşı çıksamda bir şekilde kendimi onun dibinde buluyordum. Tıpkı şuan olduğu gibi.

this is my last call to you  •taekook•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin