(18+ cinsellik ve şiddet içerir.)
Başımızın üstünde ki elçilik binasının içinde bir ses yankılandı. "Şuandan itibaren; Onun tek bir saç teline zarar gelirse, sizden başlayarak tüm ülkenizi kana boğarım." Kalın erkeksi sert ses, kaya kadar keskin bir...
Uyarı: Bu kitapta geçen terimler ve 'Kaseta' gibi topluluklar gerçek değildir, hepsi kitabın kurgusu için oluşturulmuştur. İnternete yazdığınızda bir yanıt alamazsınız.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
🎶 Selda Bağcan - Ağlama anne
🎶 3 Doors Down - Bere WithoutYou
🎶 Charlie Clouser - Main Titles
13.BÖLÜM.
2006, Kasım.
İstanbul.
Atasoy ailesinin bu mahalleye taşındığı gün; komşularının verdiği tepkinin bir kırıntısı bugün, şüpheli ölümlerinde verilmemişti. Sadece Fransa'dan geldiler diye taşlanan o insanlara duyulan nefretin, şu öldükleri günde bir parçası dahi üzüntüye dönüşmemişti, aksine, içi rahatlayan ve mutlu olan insan sayısı fazlacaydı, hatta bazıları bunu dillendirmeye bile yüz tutmuştu. Oh çeken bir kadın olmuştu, ardından helvaları kutlama niyetine dağıtan başka bir kadın, mahalleye huzur geldiğini söyleyen bir adam, şen gülüşler saçan çocuklar..
Gavurluk dedikleri şu illet, belli ki insanın içinden gelen bir şey olmalı, bunun kültür ya da dille bir alakası yok. Nitekim, burunlarının dibinde biten acı bir olay insanın kalbine ırak oluyorsa, belki de kim bilir, gavurluk budur. Belki de kim bilir, insanları kalıplaştırdıkları şu kelimelerin, dinle ya da dille alakası yoktur, çünkü bazen her şey sadece kalptendir..
Oysa insan her yerde aynıysa; ölüm herkese ölümdür, acı herkese acıdır ama insanlar sadece der ki; Bu benimle aynı dili konuşmuyor, benim dinimi bilmiyor. Acısın canı, aynı türden yaratılsak da anlamam onu, ama farklı kültürlerde büyüdüysek benim dilimi, dinimi benimsesin, yoksa yine anlamam onu.
Tüm bu kalabalığın içinde, yapayalnız kalan Alin ağlamaktan kuruyan göz yaşları ve bağırmaktankısılan sesi ile kendi yuvasında neden bu kadar yabancı hissettiğini anlamaya çalışıyordu. İçinde fırtınalar kopuyordu ama evde cenaze havası yoktu, küçük yavrucağın dışında kimse ağlamıyordu. Annesi ya da babası olmadan yanından bile geçmediği komşularının arasında tek kalmıştı.
Görüyordu her şeyi fakat algılayamıyordu.
Yıllarca annesinin giyimini eleştiren komşuları değilmişcesine, şimdi gardırobun önünde durmuş kıyafetleri kapışıyorlardı, kimisi sevdiği renge göre kimisi bedenine göre alıyordu annesinin kıyafetlerini, bir başka kadın sanki saatler önce o yatakta iki ceset bulunmamış gibi nevresim takımını söküyor, yıkadıktan sonra kullanabileceğini söylüyordu, kimisi elini avucunu doldurup aldıkları eşyaları evlerine bıraktıktan sonra, büyük çantalarla geri dönmüş ve mücevherlerden, mutfakta ki yemek takımlarına kadar doldurmuştu içlerini, Aylin hanımın kıyafetlerinden sonra küçük kızının elbiselerini ve kocasının kol düğmelerini ve takım elbiselerini de aldılar.