Bölüm 1

635 62 93
                                    

Kaen ateş demektir ve japonca bir kelimedir. Kaiyō ise su demektir ve o da japonca bir kelimedir.

İyi okumalar dilerim

.˚ *꒰ঌ✦໒꒱ * ˚.

Ayda yılda bir kez bu topraklara uğrayan kara bulutlar birbirlerine var gücüyle vurup göğü yararcasına gürletirken, biri çeşmeyi açık bırakmış gibi delicesine yağmur damlalarını yeryüzüne gönderiyordu. Siyahtan daha da koyu olan gökyüzünde mor mavi şimşekler belirip kayboluyordu.

Üzerindeki toz pembe hanbok'un bileğinden aşağı sarkan kolunu toparlayıp içeri girdi ve çabuk adımlarla camın önünde durup dışarıyı izleyen kardeşinin yanına ilerledi. İnce, beyaz, zarif parmaklarını omzunun üzerine koyup sıktı. "Nasılsın?" Öyle zarif bir ses tonu vardı ki oturup birisine ölümünü anlatsa masal dinler gibi onu dinlerdi.

Hafif kızarmış, öfkeli bakışlarını konuşmasını bekleyen kız kardeşinin gözlerine dikti. Alaycıl bir yan sırıtış dudaklarını ele geçirirken konuştu. "Fevkaladeyim!" Omzunu saran parmakları geri itti. "Neden biliyorsun değil mi abla?"

Genç kız, güzel yüzünde peyda olan endişeli ifadeyi gizleme gereği duymadan kirazı andıran kırmızı dudaklarını ısırdı. "Ah, bilmiyor musun yoksa?"

"Cha-" tekrardan elini kaldırmıştı ki kardeşi ne yumuşak ne sert bir şekilde elini itti. "Lüzumu yok. Beni yalnız bırak."

"Kardeşim biliyorsun ki-"

"Abla beni yalnız bırak dedim değil mi?"

Üzüntü daha fazla genç kızın yüzünü sarmalarken elini yumruk yapıp sıktı. "Kardeşim biliyorsun ki eğer istersen bu izdivaç için ben gönüllü olabilirim. Senin için yapamayacağım şey yok." Şefkatli bakışları yüzünü turlarken omuzlarını düşürüp onu kendine çekip sıkı sıkı sarıldı.

"Biliyorum bilmez olur muyum hiç? Ben de senin için kabul ettim zaten sırf o aptal imparatorluğa gitmek zorunda kalma diye lakin," dedi ve duraksayıp gözlerini duvara dikti. "lakin çok karışık hissediyorum, bir yanda onurumuz söz konusuyken diğer yanda sevdiğim kişi söz konusu."

Dolu dolu olan gözlerinden çıkmak için izni koparan yaşlar sicim gibi yanaklarını ve sarıldığı kardeşinin omzunu ıslatmaya başladı. "Üzgünüm! Çok özür dilerim Changbin!" Daha sıkı sarılarak omzunda ağlamaya başladı.

"Senin bir suçun yok abla seni feda edemem ama kendimi pekala ederim."

"B.bunu istemiyorum izin ver-"

"Hayır, uzatma lütfen gidip biraz dinlen yarın uzun bir gün olacak." dedikten sonra ondan ayrılıp geriye doğru bir adım attı. "Changbin, biliyorum yeri değil ama Yun ne olacak peki?"

"Ben söyleyeyim ne olacağını sevgili kızım." Kral Dongseok tüm heybeti ile eşikten geçip içeri girdi. Oğlunun öfke dolu bakışları direkt olarak kendisini bulurken bunu umursamadan konuşmasına kaldığı yerden devam etti. "Yun denen kadın en kısa zamanda geldiği topraklara geri gönderilecek. Bang hanedanlığından kimse onu bilmeyecek."

Changbin kaşlarını daha çok çatıp sinirle konuştu. "Ne demek geri dönecek?"

"Elbette geri dönecek mühürlü eşin varken bir de sevgilin olabileceğini mi düşünüyorsun?"

"Öyle bir şey demedim ama burada kalacak sanıyordum." Hızlı adımlarla babasının yanına gelip tam önünde durdu. "Onu buraya ben getirdim şimdi geri git mi diyeceğim? Onun benim için ne kadar değerli olduğunu bilmiyor musun?"

"Getirme demiştim."

"Yunhee, burada kalacak."

"Eunmi sen o kadına yaşayacak yeni bir yer ayarla." Oğlunu umursamadan kızına dönüp sıcak bir gülümseme bahşetti. "Sana burada kalacak dedim baba."

Play with fire ChanchangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin