Bölüm 29

102 24 23
                                    

Çocuklar bu bölümde midenizi bulandıracak unsurlar olabilir dikkat edin öptüm

İyi okumalar

꒰ა ♡ ໒꒱

Kaen, her zamankinden farklı olarak bugün sıcak ve güneşli değildi, tam aksine fırtına gibi esen rüzgar ve gökgürültüleri hakimdi büyük krallığa. Changbin ellerini göğsünde bağlamış, derin düşüncelere dalmıştı. Bu sebeple üzerine giydiği siyah kumaş daha da daralmış ve daha çok belirgin etmişti yapılı kollarını.

Planına sadık kalmayı düşünüyordu lakin bir yerde hata yaptığını da düşünüyordu. Kafası patlayacakmış gibi zonk zonk ederek ağrıdığından, başını sertçe cama vurdu ama başı yumuşak bir dokuya çarpmıştı. Hemen başını kaldırıp neye çarptığına baktı. "Chan? Niçin elini koyarsın oraya? Acıdı mı bir bakayım."

Chan, hafif bir tebessüm ile başını sağa sola salladı. Ardından elini kaldırıp zarifçe, alnına götürüp okşadı. "Asıl senin başın acıdı mı? Bakayım."

"Acımadı, mühim değil. Ver elini bakayım." Alnındaki eli indirip avcunun içine alıp yavaşça okşadı.

"Changbin, çok fazla düşünürsün. Bunun büyük bir savaş olduğunu bilirim lakin kendine de dikkat etmen gerekmez mi? Biraz akışına bırak zaten günlerdir düşünürsün."

"Seungmin ve Jeongin ortada yok. Jisung desen haberci çoktan ulaşmalıydı lakin o da üç gündür yok. Şu an merak ettiğim krallıktan çok arkadaşlarım. Neredeler, ne yaparlar, iyiler mi hiçbir şey bilmem benim canımı yalnızca bu sıkıyor."

O gün haberciyi gönderdiğinde yarım saat içinde bir cevap alacakken üzerinden neredeyse üç gün geçmişti. Jisung neredeydi, haberci neden ona ulaşmamıştı bilmiyordu.

Vücudunu tamamen yanındaki güzel eşine doğru döndürdükten sonra eli hala avcunun içindeyken başını omzuna yasladı. "Bir yerde hata yaptım lakin nerede bulamam. Napmam gerekir onu da bilmem."

Chan, elini kaldırıp ensesini okşadı yavaş yavaş. Ardından zarif ses tonuyla konuştu. "Ben iyi olduklarına eminim. Belki bir kaç pürüz çıkmıştır lakin sağ salim geleceklerdir. Düşünme artık hem yemek de yemedin. Evvel gelip bir şeyler ye sonrasını düşünürüz."

"Boğazımdan geçmez sana afiyet olsun."

"O vakit benim de geçmez."

"Chan-"

"Changbin, sana söylemem gereken bir şey var. Buraya ilk geldiğimde bana sual ettiğin bir şeyle alakalı." Artık vaktin geldiğini düşünüyordu. Üstelik sabah bir kaç hadise gelmişti başına bu yüzden de söylemesi gerekirdi artık. Bunu saklaması kimsenin yararına olmazdı.

"Buyur söyle, nedir o?" Hüzünlü bakan harelerin yerini merak alırken söylemesini bekledi. Hiç yeri olmadığını düşündüğünden söylemekten korkmuştu lakin yine de bir nefes verip konuştu.

"Changbin ben-"

Lakin tam konuşacakken odanın kapısı aniden açıldı ve hızla duvara çarptı. Duvarda bir oyuk bırakarak duran kapıya baktılar. Changbin, kimin böyle geldiğini görmek için başını kaldırdığında askerlerden birini gördü. Tam ona kızacakken asker nefes nefese bir şekilde konuştu. Solukları kesiliyor, başı dönüyordu ama yine de görevini yerine getirmeliydi.

"P-prensim, tez bahçeye gelmeniz gerekir çok mühim bir mesele var."

"Noldu?"

"Prensim suale vakit yok tez gitmek gerekir lütfen inin."

Changbin, az önce zarifçe tuttuğu eli bırakıp önden yürümeye başladığında chan da hemen arkasında onu takip ediyordu. Adımları hızlı bir şekilde bahçeye ulaştığında gördüğü asker kalabalığı ile kaşlarını çattı. Ardından görüş açısına minho girdi.

Play with fire ChanchangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin