Bölüm 6

400 59 8
                                    

İyi okumalar dilerim

Ulan bölümü atmayı unutmuşum şimdi atıp uyumaya gidiyorum iyi okumalarr

.˚ *꒰ঌ✦໒꒱ * ˚.


"Sen her gördüğün şeye çocuk gibi atlıyor musun hep? İki dakika yerinde dur hele teftiş yalan olacak senin yüzünden."

Alfa onu zerre kadar sallamadan tezgahtaki altın bilekliği aldı. Altın olsun gümüş olsun bu tarz zarif duran takılara fena halde bağımlıydı alfa. Babası her ne kadar erkek gibi olmasını söyleyerek onu sıksa da hiçbir zaman bunlar umurunda olmamıştı. Sonuçta taktığı iki altın bileklik onun gücünü falan azaltmazdı öyle değil mi?

"Bu ne kadar?"

"Bir görebilir miyim beyim?" Chan başını sallayıp hafifçe tebessüm ederek bilekliği gösterdi. Adam ona gülümseyerek bakan alfanın hakkında, kafasının içinde bir şeyler çevirirken gülümsedi. Bilekliği elinden alıp inceledikten sonra kalın sesi ile konuştu. "Yüz elli hwan beyim." Normalde direkt olarak alırdı ama şu anda bir prens değil tüccardı o. Bu yüzden alamazdı. "Fazlaymış şimdi alamam." Changbin rolünü devam ettirirken başını salladı.

"O vakit ben bu güzel yabancı beyefendiye bunu hediye edeyim. Topraklarımızdan bir armağan olarak kalır, ne dersiniz?"

Changbin, kaşlarını çatıp eşine büyülenmiş gibi bakan adama sert bir bakış gönderip, alfayı kolundan tutup yanına çekti. "Lüzumu yok." Tezgahtan ayrılırlarken Chan sinirle konuştu. "Ne diye öyle yaptın? Adam hediye etmişti işte, hediye geri çevrilir mi hiç?"

"Adamın sana bakışını görmüyordun tabii."

"Ne olmuş? Ben her yerde böyle bakışlara maruz kalıyorum zaten ben işimin hallolup olmamasına bakarım." Changbin hâlâ konuşan alfanın alnına bir fiske vurup önden yürümeye devam etti. Chan alnını ovuşturup söylendi. "Uyuz herif."

Adımlarını hızlandırıp yanında yürümeye devam etti.

"Dönüşte bir daha oraya gidelim."

"Hiç susmaz mısın sen?" diye sinirle söylenip adımlarını hızlandırdı. "Tch, istediğim olana kadar başını yiyorum genelde benimle olan kişin-"

"Tamam Chan, tamam alırız sus artık." dedikten sonra bir kaç adım önüne geçti. Delta sinirle önünde yürürken o da hallolan işi yüzünden sırıtıp yürümeye devam etti.

Karşılarına çıkan dükkana girmeden önce Changbin bu dükkan sahibine babasının ne kadar çok yardım ettiğinden bahsetti. Ardından susup dükkana girdiler.

"Hoş geldiniz beyim, ne arzu edersiniz?" Adımlarını atar atmaz, tezgahın arkasındaki sakallı, ince uzun adam konuştu.

"Ne desem bilemiyorum efendim, neye ihtiyacım var bilmem ki hangi birini sayayım ben size? Ben taa nerelerden geldim, imparatorluğunuzun şanını da çok işittim lakin buraya gelince hiç de hayal ettiğim gibi olmadığını gördüm."

"Hayret, ne oldu başınıza ne geldi ki böyle dersiniz?"

Changbin, ellerine dizine vurup hayıflanarak başladı anlatmaya. "Kervanla geldik buralara daha bu sabah. Topraklara girer girmez kervanımız saldırıya uğradı."

"Demeyin! Buralarda pek bi fazladır öyle soysuz beyim dikkatli olmalıydınız." dedi deltanın omzunu sıkıp ona destek olmaya çalışırken. Changbin iç geçirdi. "Fakat sizin imparatorluğunuzun askerleri yok mudur efendi? Bu topraklarda olmamıza rağmen kimse gelip gitmedi. Eşim yaralandı, bir tabip bile bulamadık." Atıp tutarken Chan şaşkın şaşkın onu izliyordu. Her gittikleri yerde başka bir yalan uyduruyordu bu da onu şaşırtıyordu haliyle.

Play with fire ChanchangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin