Bölüm 12

289 46 46
                                    

Salı günü yurda geri dönüyorum bu yüzden aktiflik düşebilir çocuklar bu yüzden daha sık atmaya çalışıyorum neyse ama boş kaldıkça yazarım ben yine bir şeylerr

Önceki bölümü atlamayınn

İyi okumalar

.˚ *꒰ঌ✦໒꒱ * ˚.

Chan, odanın başka bir köşesinde Changbin başka bir köşesinde kralın onlardan birini çağırmasını bekliyordu. Aralarında bir sessizlik hakimdi, Chan o odada değilmiş gibi davranıyordu. Aynı şeyi Changbinden de bekliyordu lakin o en fazla yirmi dakika kadar susmuştu.

"Dün gece deli gibi ağlamanın sebebi de sana acımayan ailen Chan ama hâlâ onları korursun."

"Ağladıysam ağladım, senin şahsını alakadar etmez." Sert bir tonda konuşup yeniden cama dönmüştü ki Changbin ona doğru adımlamaya başladı. Bir yandan da konuşuyordu. "Elbette alâkadar eder istesek de istemesek de sen benim eşimsin. Seni korumakla yükümlüyüm ben."

Histerik bir kahkaha attı Chan. Çok trajikomik bir şeydi bu söyledikleri. Eşinim mi demişti? Düşündükçe kahkahasının şiddeti artarken Changbine doğru yürümeye başladı. İkili orta alanda buluştuklarında aşağılar gibi bakmış ve yanından geçmek için bir adım atmıştı lakin Changbin kolunu sıkıca kavrayıp geri çekti.

"Komik olan nedir? Ben latife yapmıyorum alfa."

"Öyle mi latife gibiydi oysa."

"Aptal, geberip gideceksin ruhlarımız birbirine bağlı."

"İkide bir mühürlü olduğumuzu söyleyip durma zira sen benimle değil de o omegayla bağlı gibisin aksi takdirde neden dün bütün gece onun yanında olasın ki." Cümlesi biter bitmez kolunu sertçe çekip yanından geçip gitti.

"Sen olmasaydın onunla mühürlü olurdum zaten ama artık çok geç."

"Öyle." dedi Seojoon aklına gelirken. "Çok geç lakin en azından sen sevdiğinden ayrı değilsin benim gibi."

"Sen de değilsin o komutan sürekli göz önünde."

"Gönlü benden ırak." diye fısıldadı. Changbin ne dediğini anlamamıştı ama sual etmedi de, merak etmiyordu. "Eğer üzerimde bir lanet varsa mührü bozarız, seni de ölüme götürmem merak etme." dedikten sonra büyük kapının kulpunu tutup kendine çekti. Ardından da dışarı çıktı. Askerleri geçip koridora çıktığı vakitse gözyaşları dolup dolup taşmaya ve güzel çehresini ıslatmaya başladı.

Adımları doğruca bahçeye ilerliyordu. Şu koca sarayda belki de tek nefes aldığını hissettiği yerdi o bahçe. Burnunu çekip gözlerini elinin tersiyle sildi. Lalelerden oluşan uzun yolu yürüyüp kendisinin keşfettiği büyük kayalığın olduğu yere geldi. Ellerini kayanın üzerine koyup, kendini yukarı çekti ve dizinin birinden destek alarak çıkmaya çalıştı lakin taşa değen kısıma saplanan ağrı ile kendini öne doğru atmak zorunda kaldı. Dizinde ne vardı da böyle acımıştı?

Yüzü koyun düştüğü yerden toparlanıp kalktı ve pantolonunu acıyan yere kadar sıyırdı. "B-bu ne?" Dün gördüğü şeyler aklına gelirken sertçe yutkundu. Gerçekte düşmemişti ama yine de gerçekte düşmüş gibi yara olmuştu dizleri. Korkmaya başlıyordu artık zaten bu yüzden kralın yanına gitmişti ya. O aptal delta bölmesiydi anlatacaktı her şeyi.

Arkasındaki duvara yaslanıp cebindeki mührü çıkardı hanbokunun içinden. Parlamıyordu, sıcak da değildi. Sağa sola çevirip, etrafına baktı mührün ama hiçbir şey yoktu. Aslına bakarsanız dümdüz mavi bir taştı kenarları dışında içinde olan. Her şeyi yapan da o mavi taştı zaten.

Play with fire ChanchangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin