Örtümün üstümden hunharca çekilip sarsılmamla gözlerimi açtım. Halam ellerini beline koymuş, tek ayağını yere vurarak bana bakıyordu. Yine ne yapmıştım acaba diye düşündüm. Ama sonra onun bana kızmak için üreteceği sebepleri hatırladıktan sonra düşünmekten vazgeçtim. Çünkü onun bana kızması için bir şeyler yapmama gerek yoktu. Yeter ki bana kızmak istesindi. O zaman halam için her şey ulaşılabilir oluyordu.
Derin bir nefes alıp tek gözümü kapattım ve halamı gerçek kızma sebebine itme kararı aldım. Onu görmemiş gibi yapıp arkamı döndüm ve kafamı yastığımın altına soktum. Üç, iki, bir!
“Bu ne cüret!” kafamdan yastığı çekip bir kenara attı. “Hemen kalk! Beş dakika içinde kahvaltıda olacaksın!”
Yatakta dört bacak üstünde doğrulup oturma pozisyonuna geçtim. Pencereden vuran güneş ışığıyla halama bakmam zor olsa da gözlerimi ona kaldırdım. Öfkesi, parıldayan gözleri bana bakarken her saniye daha da büyüyordu. Ona göre asi, arlanmaz, utanmaz ve namussuz kızın tekiydim. Eh, onun düşüncesi benim hiç mi hiç umurumda değildi. İstediğini düşünebilir, o kalın kafasını bir taraflarına istediği şekilde sokabilirdi.
Gözlerimi duvardaki saate çevirdim. NE?! “Hala! İnanamıyorum! Saat daha sabahın sekizi! Gece geç yattığımı biliyorsun!”
Eğilip yerdeki örtümü aldı ve üstüme attı. Bu dediklerimi umursamadığı anlamına gelmiyordu. Daha da öfkelendiği anlamına geliyordu. İşkence gibi! Örtüyü alıp yatağımın üstünü düzeltene kadar başımda öylece bekledi. Yerdeki ayıcıklarımı yatağımın üstüne düzenle koyup halamı umursamadan banyoya girdim. Çişimi yaptım. Dişlerimi fırçaladım ve yüzümü yıkadım. Odama geri döndüğümde halam hala orada dikiliyordu. Umursamadım. Dolabıma yaklaşıp içinde bir bacağında tamamen kesikler olan, diğer bacağı ise şort gibi olan taytımı çıkardım. Pijama altımı indirip taytımı giyerken halam cık cıklamaya başladı. Göz ucuyla ona baktığımda ise tiksinerek beni süzdüğünü gördüm. Üst dudağı öyle bir şekil almıştı ki bu tipi kayda değerdi. Tabii ki öyle bir şeyi yapamazdım. Onun yerine boyundan bağlamalı göbek üstündeki kırmızı badimi çıkarıp giydim.
“Allah’tan kardeşim buralarda değil de senin şu halini görüp dert yanmıyor.”
Aynanın karşısına geçip saçlarımı tepeden atkuyruğu yapmaya başladım. “Ne diyeyim, hala! Edepsizliğin vücut bulmuş haliyim.”
“Terbiyesiz!” beni küçümseyerek sol omzunun üstünden baktı. Yeğenine değil de bir şeytana bakıyormuş gibiydi. “Söyle bana! Şu halin, tavrın ve hareketlerinle bir fahişeden neyin eksik?” kaşlarım çatılsa da saçımı tokayla iyice tutturup ayna da kendime bakmaya devam ettim. Gözlerimin dolduğunu görmüyordu. Ama görse de umursayacağını hiç sanmıyordum. Aynanın önündeki dolaba uzanıp ilk çekmeceyi açtım ve göz kalemim ile rimelimi çıkardım. Göz kapaklarımı boyayıp gözaltımı da gölgelendirdikten sonra rimelimi sürdüm. Ama bu sırada halam bir saniye bile susmadı.
Kırmızı rujumu da sürünce onu yerine koyup halama döndüm. “Kahvaltıyı dışarıda yapacağım!” çantamı alırken kolumdan tuttu. Ama konuşmasına, bağırmasına ve çemkirmesine aldırış etmeden kolumu ondan kurtardığım gibi koşarak odamdan dışarıya çıktım. Dış kapıya yaklaşırken “Akşama görüşürüz babaanne! Beni merak etme!” dedim. Spor ayakkabılarımı giyip aynı hızla kapıyı açıp kendimi dışarıya attım. Rahat bir nefes alıp birkaç saniye ne yapacağımı düşündüm. Aklıma bir şey gelmeyince sahil boyunca yürümeye karar verdim. Nereye gideceğim, ne yapacağım pekte önemli değildi aslında. Zaman geçsin yeterdi. Belki bir lunaparka gider çocuk gibi eğlenir, ya da parkta oturur çocukların uçurtma uçurmalarındaki zevki onları seyrederek yaşardım. Kim bilebilir. Belki bir ayyaşla karşılaşır bankta onunla dertleşirdim.
Sahilde yürürken denize bakmak istemiyordum. Çünkü aklıma Buğra geliyordu. Dört gündür onunla hiç karşılaşmamıştık. Ona gelen o telefondan sonra önemli bir işi çıktığını ve beni eve bırakıp o işiyle uğraşacağını söylemişti. Apar topar evden çıkmış gelen taksiye binmiş ve benim evime gelene kadar da hiç konuşmamıştık. Vedalaşmamıştık bile!
Yanımdan iki tane çığlık çığlığa koşarak geçen çocuklarla yerimden sıçradım. Korkuyla elimi kalbimin üstüne koyup çocuklara baktım. Beş altı yaşında duruyorlardı ve sanırım yakalamaca oynuyorlardı. Çünkü arkadaki koşan sarışın çocuk önündeki kumral çocuğun sırtına değip aksi yönde koşmaya başladı. Kumral kıvırcık saçlı çocuk kahkahalarla sarışının peşinde koşarken arkadaki iki kadın çocuklara seslendi. Dönüp kadınlara baktım. Birbirleriyle konuştukları halde ikisinin de gözü çocuklarındaydı. Herhangi bir tehlike karşısında harekete hazırdılar. Bu çok hoşuma gitti. Çünkü ben o yaşlarda tehlikelerle hep kendim yüzleşmek zorundaydım ve bu yüzden de kendimi koca bir boşlukta hissetmiştim. Bu çocukların bu şekilde hissetmemeleri de hoşuma gitti.
Önüme dönüp yürümeye başladım. Yüzüme vuran güneş yüzünden çantamdan gözlüklerimi çıkardım. Onları taktıktan sonra MP3 çalarımı da açıp kulaklıkları kulağıma taktıktan sonra ağır tempoda koşmaya başladım. Tüm algılarımı dışarıya kapattım. Ayaklarımın yere vurmasıyla uçuşan güvercinleri bile görmüyordum artık. Ne şanstır ki MP3 çalarda çalan ilk şarkı Düş Sokağı Ve Sakinleri grubunun ‘Ayrılık’ şarkısıydı. Tempomu arttırdım. Sahilden karşı yola geçtim. Nereye doğru koştuğumu çok iyi biliyordum. Spor Kulübüne!
İçimdeki bu dinmek bilmeyen acının sebebi arkadaşlarım değildi. O’ydu! Onunla son kez konuşmalıydım. Son kez! Bunu defalarca söylüyordum. Ama bu sefer kararım kesindi.
Nefes nefese tabelanın altında durduğumda gözlüğümü çıkarmadım. Çünkü şimdiden dolan gözlerimi görmesini istemiyordum. Kulaklığı çıkarıp cam kapıya baktım. MP3 çaları çantama atarken omzumu dikleştirdim ve hızla dönen cam kapıdan içeriye girdim. Resepsiyonun önüne geldiğimde genç adam beni hemen tanıdı. Neden tanımasındı ki? İki senedir buraya Korhan’la gelirdim. Adam anında bana giriş kartı verdi ve Korhan’ı sormama gerek kalmadan nerede olduğunu işaret ederek belirtti. Hafif bir tebessümle başımı bir kez salladım. Kartı sıkıca tutup sağ taraftaki buzlu cam kapıdan içeriye girdim. Bir esinti ile karşılaştım. Klimadan gelen esinti biraz bana iyi gelmişti. Ama orada duramazdım. Soldaki uzun hole doğru yürüdüm. Büyük kalebodurları hızlı geçip bahçeye açılan kapıya doğru yöneldim. Kapıdan çıktığımda gördüm direkt onu. Kafasına su şişesini boşaltıyordu. Sonra kafasını sallayıp eliyle saçlarını geriye doğru taradı. Üstünde açık mavi sporcu atleti ile siyah bol şortu vardı. Kapıdan uzaklaşıp korumalıklara yaslandım. O zararlı derecede yakışıklıydı. Buğra ile yarışırdı. Ama Buğra Korhan kadar çapkın yapıya sahip olmadığı için geride duruyordu.
“Bu kadar mısın, kuzi?” Korhan, kısık bakışlarıyla kuzenine baktığında kalbim yerinde birkaç kez hopladı. Acıyla yutkundum. “Formdan düşüyorsun! Çıkar şu kızı aklından!” Korhan’la aynı anda bu cümle karşısında başımızı öne eğdik. Tekrar Korhan’a baktığımda onun deli gibi soluğunu gördüm. Elinde taş gibi tuttuğu şişeyi duvara doğru fırlatınca yerimden sıçradım. Çünkü tam omzumun yanına çarptı. Birkaç milim sağa gelseydi omzuma çarpıyordu. Şaşkınlıkla açılan gözlerimi ona çevirdim. O benim aksime gözlerimi göremiyordu. Ama ben onun korkuyla açılan gözlerini çok net görebiliyordum. Birkaç saniye boyunca sadece birbirimize baktık. Hiç kımıldamadan. Nefes dahi almadan!
Duvardan uzaklaşıp iki basamaktan oluşan mozaik taşlı merdiveni inip tam karşısında durdum. Kuzeni anında banktaki havluyu alıp “Duşa giriyorum. Akşam maçta görüşürüz. Umarım orada da böyle olmazsın!” dedi ve gözden kayboldu.
Korhan, bir süre kuzeninin arkasından baktıktan sonra gözlerini bana indirdi. Terliydi. Ama ben onun bu halinden hiçbir zaman tiksinmemiştim. Şimdi de tiksinmiyordum. “Seni bir daha göreceğimizi sanmıyordum.” dedi. Sesi görüntüsünün tam tersiydi. Soğuktu. Bir yabancıymışım gibi uzaktı. Gözlerini benden ayıramıyordu. Ama en sonunda ayırıp banka yürüdü ve havlusunu alıp ensesini ve kafasını kuruladı. Dirseği altındaki bandajı gördüm. Onun takmayı en çok sevdiği bandajlardan biriydi ve sporda hep takardı. Üstünde KORHAN yazan pamuklu bir bandajdı. Bir tanesini ondan almıştım ve okuldayken kafama takmıştım. Şimdi ise takı kutularımın birinde duruyor olmalıydı.
“Buraya neden geldiğimi bilmiyorum!” dedim ona bir adım yaklaşarak. O ise bu dediğimi duymamış gibi ayağının tekini banka koydu ve çözülen bağcıklarını tekrar bağladı. “Son kez-” birden bana dönüp kollarını belime doladı ve beni kendine çekti. “Korhan!”
Kafasını acıyla iki yana salladı. “Yapma, Ela! Son kez deyip de sürekli canımı yakma!” başımı öne eğdim. Dokunuşunu çok özlemiştim. İçimdeki öfke acıyla karışıyor ona olan duygularımı su yüzüne çıkarıyordu. Çenemi tuttu. Başımı kaldırdı. Gözlüklerime uzanıp çıkardığında gözlerimi yumdum. Çünkü gözlerimin kızardığını görmesini istemiyordum.
“Beni hayal kırıklığına uğrattın sen!” diye fısıldadım. Gözlerimi yavaşça açtım. Anında bir damla gözyaşı özgürlüğüne kavuştu. Başparmağıyla gözyaşı yere düşmeden sildi. Ardından bir gözyaşı ve bir gözyaşı derken hıçkırıklarla ağlamaya başladım. Korhan’ın dudakları bir çizgi haline geldi ve beni tüm gücüyle kollarının arasında tutup sıkıca sarıldı. Yüzünü boynuma gömdü. Kokumu içine doya doya çekti.
“Özür dilerim, bebeğim! Çok özür dilerim! Beni affet!”
Parmak ucunda yükselip boynuna sarıldım. Açtığı yaraları sarması umuduyla ona tutundum. Kendime küçük umutlar oluşturdum. Yapabilirdi. İlişkimizi düzeltebilirdi. Parçaladığı kalbi yeniden birleştirebilirdi. Eskisi gibi olmasa da mutluluğumu geri verebilirdi. Gece kâbuslarımı kovabilirdi. Yapamaz mıydı?
Korhan, boynumu öpmeye başladığında düşüncelerimden sıyrılıp ondan uzaklaştım. Nefes nefese gözlerime bakıyordu. “Seni özledim!” dedi isyan edercesine. “Sana dokunmama, seni tatmama ve eskisi gibi seninle gülmeme izin ver, Ela! Bu kadar ceza yeter de artar!”
Elimi boynumda öptüğü yere götürüp sildim. Başımı iki yana salladım. “Aynı sahnenin bir farklısını yaşayıp daha da yaralanmak istemiyorum!” diye bağırdım. Bahçenin diğer tarafında antrenman yapan üç çocuk bize döndü. Ama umurumda değildi. İçimdeki öfkeyle hızla göğsünden Korhan’ı geriye doğru ittirdim. “Hayatımı mahvettin! Elimdeki saf mutluluğu ve sevgiyi kirlettin sen! Beni sevdiğine inandırdın ama ben senin için sıradan bir kız dışında hiçbir şey değildim!”
Göğsünde duran ellerimi tutup öptü ve beni kendine çekti. Aralıksız akan yaşlarımı sildi. Dudaklarını alnıma bastırdı. “Yanlış düşünüyorsun! Sen benim için hiç sıradan bir kız olmadın.” Ona inanmadığımı kafamı iki yana sallayarak belirttim. Beni kandırmasına izin veremezdim. O yalan, kirli mutluluğa geri dönemezdim. Yaralarımı asla saramayacaktı. Bunu biliyordum. “Ela, gözlerime bak lütfen.” dediğini yaptım. Gözlerine baktım. Benimkilerin aksine kupkuruydu. Pişmanlık aradım o gözlerde. Biraz sevgi aradım. Ama her zamanki gibi çapkın gözlerden başka hiçbir şey yoktu.“KORHAN!” Tiz gelen kız sesine doğru döndük. Kızı daha önce hiç görmemiştim. Ama bize bakışlarından kızın kızgın olduğunu anlayabiliyordum. Hızla yanımıza gelip kestane rengi saçlarını savurup gözlerini ikimize dikti. “Kim bu kız, Korhan?”
Korhan’a baktım. Bedenim uyuşmuş gibiydi. Hemen yeni bir sevgili mi yapmıştı? Bu kadarı da pesti doğrusu. Korkuyla kollarımı daha da sıkı tuttu. Kaçacağımı biliyordu. Gözlerime bakıp kafasını iki yana salladı. Ama ben kollarımı kurtarmaya çalıştım. “BIRAK BENİ!” diye bağırdım. Kollarımdaki baskı hafifleyince yerdeki gözlüğümü alıp koşarak orayı terk ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yeniden Sev!
Romance"Dün senin en sevdiğin yemeğe kadar öğrendim, ama hala adını bilmiyorum." omuz silkip yavaşça gözlerini bana çevirdi. "Gerek yok. Zaten bir daha karşılaşacağımızı sanmıyorum." Dedi. Ama bu anında suratımı düşürdüğü için bakışlarımı ondan kaçırıp de...