1. Hasret

7.7K 365 67
                                    

İyi okumalar...


Muazzez'in yüreğine ateş düştüğü gün, başka bir köyde olan Mehmet'in asker düğünü yapılıyordu. On sekiz yaşında bir delikanlıydı daha. Gençti, intiharlamış içine rağmen. Henüz kundaktayken sarılıktan kaybettiği annesi Hümeyra'yı hiç tanıyamamıştı. Hümeyra'ya ait tek kare fotoğraf bile yoktu elinde. Annesinin ölümünden kısa bir süre sonra evlenen babası ondan elini ayağını çekmiş ve kasabaya yerleşmişti. Öksüzlüğünün yanına yetimlik de eklenmişti. Ona bakacak tek kişi anneanne ve dedesinden başkası değildi. Onlardan başka kimsesi yoktu Mehmet'in. Mehmet, içinde fırtınalar kopsa da dışarıya karşı her zaman dik başlı biri olmuştu. Siyah, gür kaşlarını çattı mıydı üstüne söz söylemeye cesaret isterdi. Öyle şiddetle de çözmezdi işini, bir bakış çok şey anlatırdı o an.
Ağırbaşlı derlerdi ona, sakin görüntüsünün aksine çocukluğu bambaşkaydı. Çocukken başladığı yaramazlıkları, ettiği kavgaları...

Okul yıllarında yaptığı haylazlıklar hâlâ dillerdeydi, okulu sevmezdi ama derslerindeki başarı da şaşırtıyordu insanları. Okul yolunda, her zaman köşede bekleyen iki gencin ona "köy piçi" dediğinden beridir, okulu sevmiyordu. Ağrına gitmişti o kelime. Anası yoktu ama belliydi, babası da yanında değildi ama orada kasabadaydı işte. Hiç defter açmayan, eline kalem almayan bir çocuğun başarılı olması ancak zekasıyla ölçüşebilirdi.
Eline kalem aldığı zamanlarda, ya bir şeyler çiziktirir ya da öylesine matematik işlemleri yapardı, severdi bir uğraş bulmayı. Oturduğu yerde bile ya bir otu yolup elinde çevirir ya da etrafa çatık kaşlarının arasından bakıp uzaklara dalar giderdi.

Hayatın sillesini yemiş herkes gibi onun da kaşları çatık, gülüşü güzeldi. Mehmet, can yakmayı sevmese de köyün kızlarının radarındaydı. Uzun boyu, esmer teni ve omuzlarına kadar uzanan kömür karası saçlarıyla Yeşilçam oyuncularından farkı yoktu. Bir de vatkalı ceket giyince yanından geçilmezdi. Öyle caka sattığı da yoktu ama dikkat çekiyordu bir şekilde.

O gün, asker düğününe kasabadaki babası da üvey annesiyle gelmişti. Yanlarında da Erhan, Ekrem ve henüz bebek olan Ebru vardı. Onlar henüz yeni yetme delikanlıydı o zamanlar. Erhan, üvey annesi Emine'nin kopyası olup suratsız suratsız oturuyordu bir köşede.

Emine'nin de Mehmet'in babası İsmet gibi ikinci evliliğiydi. Henüz yirmi günlük evliyken, ava giden kocası, av tüfeğinin geri tepmesiyle oracıkta ölüvermişti. Sonra uzaktan akrabalarının haber göndermesiyle onun gibi karısını kaybeden İsmet'le evlenmiş ve iki de erkek çocuğu olmuştu. Çok geçmeden Ebru da dünyaya gelmişti


İsmet, Mehmet'in ilkokula başladığı dönem, oğlunu yanına almak istese de Emine buna karşı çıkmış ve istememişti Mehmet'i evde.

Mehmet'in misafir olarak onlara gittiği zamanlar da bile Emine, geldiği köyün başka bir dilini konuşurdu, Mehmet konuşulanları anlamasın diye. Bir gün Mehmet, bu yüzden küçük yaşına rağmen istenmediğini anlayıp tekrardan çıkıp gelmişti köye.

Anneannesi de hâl böyle olunca göndermemişti onu babasının yanına. Mehmet'in yeni yeni yetiştiği, delikanlı olduğu zamanlarda evlenen dayısıyla aynı avluda olan evlerine yengesi de gelmişti sonra.
Yengesinin de süreli laf sokmaları, onu istemediğini belli eden davranışları Mehmet'in canına tak etmiş ve askerlik için başvurmuştu. Ancak dönemin en karışık olduğu zamanlardı, Diyarbakır' da jandarma olarak başlayacaktı. Neredeyse iki yıla kadar uzanan askerliğinde görmediği şey kalmamıştı.

Askerliğe başladığı dönemde 12 Eylül Darbesi tüm ülkeyi sarsmıştı. Başlatılan isyanlar, emekçilerin direnişini ancak asker durdurabiliyordu.
Mehmet'in eline gelen kesik bir baş, kesilen kulaklar, atılan dayaklar bir türlü gözünün önünden gitmiyordu. Sıfıra vurulan başına uzun parmaklarına kıstırdığı sigarayı alıp uzaklara daldıracak bir boşluk bırakmıştı o görüntüler.
Zayıf olan bedeni, iyice zayıflamıştı. Tek teselli bulduğu vakit oldukça, çektirdiği resimlerin arkasına el yazısıyla not yazıp postacı yolu gözlemekle geçiyordu.

GÜVEY (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin