4. Bir Dalda İki Yaralı Kuş

4.9K 345 46
                                    

İyi okumalar...


O gece, iki kişinin gözleri birbirine karıştı. İkisinin de birbirinin gözlerini bulması tesadüf değildi. Selvi, Muazzez'e Mehmet'in yerini göstermese de onca kalabalığın arasında bulurdu bir çift gözü. Yara, yarayı tanırdı. Uzakta da olsa bulurdu birbirini.

Bir bakıştan daha fazlası, iki yaralının köşe başında karşılaşması gibi.

Muazzez'i o zamandan yana bir duygu sarmıştı ama ne olduğunu bilmiyordu. Onun lügatında 'aşk' diye bir kelime yoktu, hem utanırdı da o. Yüzü pancar misali kızarıverirdi bir anda.

" Ee ne oldu? Kabul edecek misin, gördün de oğlanı?" Diye sormuştu Selvi ona.
"Tamam." Demişti Muazzez'de çekinmişti, hemen söyleyip söylememek arasında kalmıştı ama tamam demişti birden. O bile şaşırdı buna.

Selvi, Muazzez'e Mehmet'i gösterdiği esnada; kocası Musa'da Selvi'nin yanındaki kızı söylüyordu Mehmet'e.

Mehmet, her zaman olduğu gibi soğukkanlıydı. Hiçbir duygusunun belli etmiyordu. Musa, istemeyecek galiba diye düşünmüştü ama öyle olmadı. " Olur." Dedi gözleri Muazzez'in üstündeyken. Kızı, baştan aşağı bir kere bile süzmemiş, sadece kıraathanenin bahçesinden çektikleri renkli ampullerin ışığında parlayan gözlere bakmıştı.

Yüzü tanıdık değildi, geniş anla dökülen kısa saçlar ve ışığın altında parlayan ela gözler...

Ertesi gün daha ikisinin de haberi olmuştu birbirinin "tamam" dediğinden. Muazzez, Selvi aracılığıyla Mehmet'e haber gönderecekti ama önce annesiyle konuşması gerekiyordu. Eğer, annesi de olur bu iş, derse Mehmet, uzun zamandır görmediği babasını da yanına alacak ve gidecekti köye.

Muazzez, düğünden geldiği gece hiç uyumadı. İçindeki değirmen hem heyecanla hem de korkuyla dönüp duruyor, midesini bulandırıyordu. " Sabah iş var. Kalkama da kırsın anan kemiklerini." Diye diye kısa bir uykuya daldı.

Sabah daha horozlar ötmeden kalkmış, işlere koyulmuştu. Çamaşır yıkayacaklardı bugün. Ocaklığın akşamdan ılık olan yerine yığdığı ayçiçeği sopalarını dizip tutuşturdu altını. Ateş yandıkça üstüne koca kazan eklenmiş içine de su katılmıştı.
Necmiye'nin anlattığına göre eskiden dere kenarına gidilir, çamaşırlar orada yıkanırdı. Halıydı, kilimdi yıkayacak olduklarında gidenler hâlâ vardı.

Suyun kaynamasını beklerken kahvaltı sofrasını hazırlamış, annesinin ahırdan çıkmasını bekliyordu. Annesi de temiz kıyafetlerini giyip geldiğinde oturdular sofraya. Muazzez, ağzına attığı ekmeği çiğnemekte zorlanıyordu, çayla itekledi önce. Ağzına daha büyük lokma atarsa hep çiğnemek zorunda kalacak ve konuyu açması da ertelenecekti.

" Ana." Dedi birden ağzındaki lokmayı çiğnedi hızlı hızlı. " He ne derdin var?" Dedi Necmiye de.

" Geçen gün Selvi geldiydi ya." Dedi, ağzına bir peynir tıkıştırırken. " Ee nolmuş geldiyse?" Dedi Necmiye de çayına uzanırken. ' Tersinden kalkmış sanki.' diye düşündü Muazzez. " Selvi dedi ki Musaların köyden biri varmış." Deyince, Necmiye'nin de çakır gözleri kızı bulmuştu. " Kimmiş o?" Dedi kaşlarını çatarken. " Hadi kızım geveleyip durma." Dedi en sonunda sesini yükseltirken.

" İşte, Selvi'nin mektepten arkadaşıymış. Musa da tanıyor. Anası da babası da yokmuş başında. Mehmet adı." Dedi eveleye geveleye de Necmiye, anlamıştı kızı.
" Nabalım kızım kader." Dedi Necmiye de. "Allah ona uzun ömür versin." Dedi.

" Amin. Musa beni söylemiş de Mehmet de 'tamam' demiş." Dedi, düğünü söylese mi kestiremiyordu. Yüzü çoktan kızarmıştı zaten, yanıyordu hissediyordu.

GÜVEY (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin