İyi okumalar...Küçük bir köyde yaşayan yaramaz mı yaramaz bir çocuk varmış. Henüz çevresinde kim var, neler olup bitiyor farkında değilmiş. Bebeklikten simsiyah kıvırcık saçları daha kesilmemiş bile. Ana kuzusuymuş daha ama 'anne' dememiş hiç.
Seneler geçtikçe anlamış düz beklediğinin ters olduğunu. Terslik de değilmiş aslında, onun defterinde bazı sayfalar hiç var olmamış. Ninesine, dedesine seslenmeye başlamış. Arada da yanına gelen cebinde yaz helvası getiren bir adam varmış. Her geldiğinde ona çatık kaşlarının arasından bakar, " Ben senin babanım Mehmet. Unuttun mu beni oğlum?" Dediğini duyarmış.
O adamın da onun gibi boyu uzunmuş, esmerliğinden, uzun parmaklarına kadar benzermiş de ona.
Bir ara çok uzun denilecek bir zaman onu görmeye gelmemiş. Mehmet, o gün ilk kez sormuş ninesine " Babam nerede?" Diye.
Ninesi şaşırmış, üzülmüş bağrına basmış bu haylaz oğlanı. " Kara çocuğum benim. Baban çok uzaklara gitti. Sana yeni bubucuklar alacak." Diye sevmiş onu.
" İstemem." Demiş Mehmet de huysuz huysuz.
O sıralar, İsmet Belçika'daki bir kağıt fabrikasına işçi olarak gitmiş. Henüz evli olmadığı zamanlara denk geliyormuş o yıllar. 1964'te Mehmet daha dört yaşındayken bir de babasızlıkla sınanmış.
Annesini hiç sormamış, kimse ona "Bak bu senin annen." Deyip bir fotoğraf da göstermemiş çünkü Hümeyra'dan geriye sadece Mehmet kalmış. Sadece altı ay görüp kokladığı, bir ay bile emziremediği küçük yavrusu.
Mehmet'in doğumu da zor olmuş, kupkuru bir bebekmiş doğduğunda. Ebe kadın,
" Umudu kesin bundan, fazla yaşamaz." Demiş ama tutunuvermiş kara oğlan.
Ninesi, Hümeyra'yı ağlarken görürmüş hep.
" Kuzum ölecek anne." Diye. O da,
" Allah'tan ümit kesilmez yavrum." Deyip sarmalarmış yavrusunu.
Ama Hümeyra'nın tutulduğu sarılık iyice nüksedince gencecik bir kadınken almış canını.
Mehmet'in hikayesi buruktur derler. Dinledikçe bu da mı gelmiş başına diye sorup durursunuz ve Mehmet onu çoktan yaşamıştır. Efkarlanmaz, bağırmaz, neden demez. Eh, öyle çok şükür etmişliği de yoktur ama isyan da etmez. Bir sigarası bir de demli çayı vardır. "Mehmet bu kadar mı?" diye soracak olsalar, kırık bir gülümseme çöker. Yutkunup devam ederseniz çünkü bazen anlatılmaz. Anlatılmayacağından değil, kaldıramaz yük olur insana. İnsan yüreği bu, kolay burkulur bir söze de tav olur.Mehmet, Musa'dan aldığı haberden sonra vakit kaybetmeden babasının numarasını çevirdi. "Yol yakınken aramak lazım gelir."dedi. " Bulunmak ister belki yanımda, oğluyum ya ben onun."
Üvey anası Emine açtı telefonu.
" Baban yok daha gelmedi." Dedi telefonun ucundan.
" İyi, geldiğinde arasın beni bu numaradan. Vardır onda numara. Allah'a emanet." Deyip kapattı telefonu.
Kahveden çıkacak oldu mu telefon yine çaldı. " Telefon telefon olalı bu kadar çalışmamıştır he!" Dedi Salih gülerek, açtı telefonu.
" Mehmet! Babanmış." Diye de bağırdı sonra. " Sağ ol." Deyip aldı elinden ahizeyi. " Alo nasılsın?" Dedi babasına. " İyi oğlum. Annen dedi aradı diye hayırdır inşallah?" Dedi İsmet.
" Kız istemeye gideceğim bu hafta. Sana haber vereyim dedim. Gelmek istersiniz." Dedi Mehmet de.
" Nereden çıktı bu birden?" Diye sordu İsmet şaşkınlıkla. " Çıktı bir yerden. Gelebilecek misiniz?" Diye sordu Mehmet. Bir yandan gelmezlerse kimi yanına alacağını düşünüyordu. Çöpsüz, sapsız üzüm tanesiydi. Ufacık bir dal uzansa tutunuverir miydi artık? İş işten geçmişti. Evlenecekti artık, büyümüştü." Oğlum gelmek isterim ama Ebru rahatsız biraz. Annen gelemezse ben gelirim tek başıma." Dedi ama Mehmet'in rengi kaçmıştı artık.
" Tamam. Geçmiş olsun, selam söylersin." Deyip kapattı telefonu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜVEY (Tamamlandı)
Ficción GeneralSeksenlerin başında, küçük bir şehrin iki ayrı köyünde yaşayan iki genç. Kendi hayatlarına seyirci kalmış ve başkalarının tercihlerini kendilerine şükür sebebi etmiş iki hayat birleştiğinde daha katlanılabilirdi. Çünkü, yarım kalmış bir hayatı an...