İyi okumalar..." İki gönül bir olunca samanlık seyran olur." Derler. Yeter ki biz olalım. Sen benim varlığım hisset ben de senin gerisinin bir önemi yok. Anlamı buna çıkar bu sözün her halde, anlaşılmayacak bir söz de değil aslında.
Ama anlamını bilmediğin, daha önce hissetmediğin duygular seni sardığında öğreniyormuş insan. Öğreniyordu Muazzez de. Hep böyle gideceğini sandı. Ne olursa olsun, iki kişi el ele, diz dize oldu mu her kötülüğün üstesinden gelirdi.Düğünden sonra ikisi de eşikten geçtiğinde avluda henüz açmayan güller gibi goncaydılar daha. Utangaç, tutuk çokça heyecanlı. İkisiydi artık. Kimse ne laf ederdi ne de biri duyar ne der sonra diyecek yoktu. Evliydi onlar.
İkisinin arasında görünmez bir bahçe oluşuyor, bahçeye tohumlar atılıyordu. O tohumların çoğalacağı, çiçekleneceği zamanlar gelecekti elbet.Necmiye kadın da birkaç günlüğüne köyüne gitmişti. Düğün bahanesi olmuş, " Tez gelinle damatın yanında bulunulmaz." Deyip düğünden sonra gitmişti.
İkisinin de avludan içeri girdiği anda sesler de dış kapının ardında kalmıştı. Muazzez'in omzu, Mehmet'in koluna değiyordu, ilk zamanlar bir adım geriye giden Mehmet, olmak istediği yer için olduğu yerde adımlıyordu. Muazzez'le denk düşen adımları evin kapısında durduğunda, Mehmet, iple bağlanmış kapıyı çözdü. Tahta kapı gıcırdayarak açılırken, öylece kaldılar eşiğin önünde.
Bir adım geri gitmeyeceklerdi ama bir adım ilerlemeye cesaret lazımdı. İlk adımı Muazzez attığında yüksek eşiğin elverdiğince eteklerini toplamış girmişti içeri.
Mehmet de arkada kalan gelinliğin eteklerini toplarken, " Dur, yardım edeyim." Diye mırıldanmıştı ağız ucuyla.Muazzez'in terleyen avuçları tül kumaşı zor tutarken yerdeki döşeğe oturuverdi. Mehmet de içeri girdiğinde ayakta kalmış ve uzun zamandır avludan gördüğü eve bakabilmişti.
" Koltuklar uymuş odaya." Dedi Muazzez' e bakarak. Muazzez de ellerini dizlerine yaslarken odayı süzüp başını salladı. " Oldu, daha ne olsun." Deyip gülümsedi." Bu renge beyaz çok yakışıyormuş." Mehmet'in dediğine anlam vermeyen Muazzez, sessizce onu izlemeye başladı. Mehmet, kızın yüzünden anlamadığını fark etse de devam etti. " Senin anlayacağın koltukların üstündeki örtü yerine bembeyaz elbiseli bir kızcağız çok yakışırmış." Deyip Muazzez'in yanına adımladı.
Elini uzattı kıza doğru. Muazzez, ela gözlerini Mehmet'e kaydırırken elini uzaattı. Sessizce yerinden doğrulurken Mehmet de arkadaki koltuğun örtüsünü kaldırıp Muazzez'in oraya oturması için elini uzattı. Muazzez, sessizliğini bozmayıp koltuğun ucuna ilişiverdi öylece.
" Şimdi anam burada olsa kırardı kafamı vallaha. Daha misafir oturmadı ben oturdum yepyeni koltuklara." İçinde, hâlâ anası ne der diye düşünen Muazzez, evlense de onu rahat bırakmamıştı.
" Bakayım, doğruymuş." Diyen Mehmet'in gözleri Muazzez'deydi.
" Ben kalkayım acıktım sanki. Sen acıkmadın mı?" Diye sordu Muazzez, ucunda oturduğu koltuktan kalkarken.
" Ne oldu, neden hemen kalktın?" Diye soran Mehmet'le. " Yok. Şimdi oturmayayım dedim. Toz oldu gelinlik, koltuk da yeni." Dedi Mehmet'e bakarak." Olsun. Ne önemi var Muazzez? Senden önemli mi Allah'ın kumaşı." Dedi umursamayarak. " Olur mu öyle Mehmet? Şimdiden hor kullanırsak sonraya ne kalacak." Deyip mutfağa gitti.
Tek göz ocağın üstüne kuru tarhanayla yağı koyup kavurmaya başladı. Mehmet de sayvantta çıkıp yakmıştı bir tütün. Yabancıydı ona buraları. Alışacağını biliyordu, insanoğlu alışıyordu. Buradaki tarla işleri ve kendisininkiler bir arada yürüyecekti artık. Yetişebilir miydi?
Çinko tepsiye koyduğu çorba tası ve iki dilim ekmekle sayvantta çıktı Muazzez de. Kapıyı kapatacağı sırada Mehmet de elindeki tepsiyi alıp yere koydu.
Muazzez, Mehmet'in elinde bitmek üzere olan sigarayı görse de bir şey demedi. O da yere çökerken eline ekmeği alıp,
" Doğrayayım mı?" Diye sordu. Mehmet,
" Olur." Deyince ikisi doğranmış ekmekli tarhana çorbasını içmeye başladı.
Muazzez, göz ucuyla Mehmet'e baktığında kaşığı dolduruşu bile sakindi. Muazzez, onun yanında daha hoyrat kalıyordu.Sessizce içilen çorbaların ardından Mehmet, Muazzez'in uzanacağı sırada tepsiyi almış, "Ellerini sağlık." Diyerek içeri geçmişti. Martın sonları da olsa hava geceleri soğuk olduğundan Mehmet, sobaya çıtaları atıp tutuşturdu. " Isınır şimdi içerisi."
Muazzez, bulaşıkları toplayıp odaya geçtiğinde yatağa baktı. Üstünde çeyizinde olan kendi el emeği kanaviçe işlemeli yatak örtüsüne baktı. İki kişilik olan bir yastık da yatağı kaplamıştı.
" Mehmet." Diye seslendi içeri doğru,
" Gelebilecek misin?"Sabahın erken saatlerinde Mehmet'ten önce uyanan Muazzez, ışığı yakmadan yürümeye çalışırak gaz lambasını tutuşturdu. Sabahın serinliğiyle içi titrerken yavruağzı sabahlığına sarındı.
Elinde büzüşmüş duran çarşafı göğsüne bastırken, ocaklığı yakıp yıkasam mı diye düşündü ama
Komşuların bu saatte ateşi göreceği onu utandırdi. Geri döndü çarşafla. Çarşafı bir kenara koyarken, İçinde köz kalan sobayı tutuşturdu. Su dolu güğümü de sobanın üstüne oturttu. Çarşafı yeniden eline aldığında, küçük banyoya girip kalıp sabunu da yanına koydu.
Her zaman hazır bekleyen kovalardaki sudan döktü. Sabunu da çarşafa sürtüp köpüklemeye başladığında arkasından gelen tıkırtıyla olduğu yerde sıçradı." Muazzez. Ne yapıyorsun sabahın köründe?" Diye soran Mehmet'in uyku mahmuru sesiyle ona döndü Muazzez de.
" Uyandırdım mı? Ses yapmamaya çalıştım ama." Dedi mahçupça.
" Uyandırmadın." Dedi Mehmet, yanına giderken.
" Burası da pek küçükmüş." Dedi kendi kendine. " Bırak bakayım sen bunu." Dedi elindeki çarşafı alırken. " Olmaz öyle. Ver sen onu." Diye itiraz etti Muazzez de." Muazzez. İlk günden kocaya karşı gelinmez." Dedi Mehmet de kaşlarını çatılmıştı ama ciddi değildi. Muazzez'in çarşafı başka türlü vermeyeceğini biliyordu.
Muazzez'in pembe yanakları daha da kızarırken uzattı çarşafı Mehmet'e." Bu su soğuk Muazzez. Ellerin çatlar sonra. Sıcak su getir bakayım." Deyip sabunu köpürtmeye başladı. Muazzez, içerideki güğümü almaya giderken içindeki kuş ötmeye başlamıştı.
Bir hafta geçti düğünün üstünden. Düğün sabahında kahvaltıdan sonra soluğu tarlada almışlardı. Muazzez, lekesi çıkan çarşafı kargolanın başına aşmıştı kuruması için. Bırak dışarı asmayı, sobanın yanına bile koymamıştı. Kimsenin geleceği yoktu ama utanıyordu kız.
Tarla dönüşü çaylarını almışlar sayvantta oturuyorlardı. Dış kapının açılıp, " Hop, enişte!" Diye bağıran Halit'in gelmesiyle ikisinin de bakışları ona döndü.
" Halit, hoş geldin." Dedi Mehmet.
" Hoş geldin Halit abi. Buyur çay iç." Dedi Muazzez."Yok bacım. Benim Mehmet'le konuşacaklarım var. " Deyince
" Hayırdır?" Dedi Mehmet." Lafı uzatmadan söyleyeyim. Ben amcamdan kalan hiçbir şeyi kullanmana müsaade etmiyorum. İşlerin başındaysan kendi imkanlarınla ol."
🌱
Sevgiyle kalın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜVEY (Tamamlandı)
General FictionSeksenlerin başında, küçük bir şehrin iki ayrı köyünde yaşayan iki genç. Kendi hayatlarına seyirci kalmış ve başkalarının tercihlerini kendilerine şükür sebebi etmiş iki hayat birleştiğinde daha katlanılabilirdi. Çünkü, yarım kalmış bir hayatı an...