7. Kahverengi Sandık ve Telli Duvak

4.5K 315 59
                                    


İyi okumalar...

İçinde yandığın, içten içe yandığın bir yaşam olduysa önünde; ya boyun eğip sönmeyi bekleyeceksin ya da su olup söndüreceksin yakan neyse.

Alışverişten sonra, ağızda kalan tatlı bir tat vardı ikisininde de. Tahinli helvadan mı yoksa hoşsohbetin bıraktığı bir emaremiydi bilinmez ama güzeldi, çok güzeldi.

Şu zamana değin Mehmet de Muazzez de bir bataklıkta sülüğe bulanmış bir nilüferdi. En güzel çiçekler bataklıkta açardı ama çiçekte güzelliğini bilmeliydi. O yapışkan varlık kalksa tamamdı her şey. Gerisi gelirdi, fark ederdi nilüfer ne olduğunu.

Fırtınada sallanıp duran iki ağacın dalları bugün, güneşli bir günde birbirine çarpacak ve gövdelerini saracaktı birbirine.

İki yaralı kuştu onlar ve " Bak ben buradan kanıyorum." Diyecekti bundan sonra. İyileşir miydi yaralar üfledikçe? Her ilaç derman olmadığı gibi her nefes de geçirmezdi yarayı.
Önce dinlemek lazım gelir, dinle ki anlayasın.

Düğüne kadar geçen üç ayda sadece sayılı görmüştüler birbirlerini. Muazzez'i bu süreçte en çok şaşırtan Mehmet'in ne alınacaksa onun istediğine göre alınmasını talep etmesiydi, arada iki üç cumlelik fikrini söylüyor ve "Sen nasıl istersen." Deyip kenarda bekliyordu.

Bir gün habersiz çıkageldiğinde Muazzez yine ocağın başında gözleme pişiriyordu. Mehmet, dış kapıyı çalıp avluya girdiğinde Muazzez'in saca yapışan eli şaşkınlığının bir izi olmuştu. Biber gibi yanan elini umursamadan ayağa ellerini eteğine silip ayağa kalkmış ve Mehmet'in yanına gitmişti.

" Kolay gelsin." Demişti Mehmet sesi huzurluydu ama biraz mahçuptu da. Habersiz gelmişti, haber vermeyi düşünmüş ama nasıl, kimle haber vereceğini bilemediğinden çıkıp gelmişti. " Hoş geldin." Dedi Muazzez eli ayağı birbirine dolanırken.

" Hayırdır, bir şey yoktur inşallah?" Diye sormuştu endişeyle. " Yok, seni görmek istedim ama haber veremedim." Dedi Mehmet de. " Ne iyi olmuş, biz de gözleme yapıyorduk." Dedi pişen gözlemeleri gösterirken.
" Kaynanan seviyormuş." Dedi sonra gülerek. Mehmet de gülüp Necmiye'ye bakındı ama göremedi. " Annen nerede?" Diye sordu.
" İçeriye geçti, harç yetmediydi onu yapıyor." Deyip Mehmet'in hâlâ kapıda beklediğini farkına varmıştı.
" Gel içeri, bekleme burada. Çayda demledim." diye avluyu gösterdi. " Sağ olasın Muazzez. Ama gideyim ben seni görmek için geldim. Görüşemedik. Böyle de nasıl olur bilemedim." Diye konuşan Mehmet'in söyledikleriyle onun ne kadar ince düşünceli biri olduğunu anlamıştı. Göründüğü gibi değildi o, çok düşünüyordu. İçinde kurduğu bir terazi vardı ve onu dengede tutmayı severdi. Orada da otoritesi devreye giriyordu ama henüz Muazzez, bununla tanışmamıştı.

Mehmet'in gözünden Muazzez'i anlatacak tek kelime ise " karınca" olabilirdi. Kız, hiç durmuyordu yerinde, hep bir uğraş bulup boş kalmamak için elinden geleni yapıyordu. Eline aldığı işi bitirmeden de bırakmıyordu.

Gönül gözünü açıyordu insanın. Ona bakınca, onu dinleyince çatık kaşlı Mehmet bile gülüyorsa Muazzez'in güldürmeyeceği insan yoktu. Eli açıktı bir de. Onda beş varsa beşini de hiç düşünmeden verirdi, bunu öyle bir yapardı ki kimse anlamazdı.

Necmiye de içerden çıktığında elindeki leğeni tutmaya çalışırken bir yandan da terliklerini giyiyordu. Mehmet'i fark edince, " Ne işi var burada?" Diye düşünmüş sonra nişanlı olduklarını anımsayınca da içi rahatlamıştı. Konu komşu laf söz ederdi. İhsan, " Nişanlı da olsalar tek başına kızı salma bir yere." Diye uyarmıştı onu.

GÜVEY (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin