İyi okumalar...Onların topraklarında, ayçiçeği ya da diğer adıyla günebakana ' gündöndü" derlerdi, laf arasında da " gündendi" diye evrilirdi bu isim. Gündöndünün en çoğu, en güzeli bu topraklarda yetişirdi. İçi mısır patlağıyla doldurulmuş gibi olan saplar kuruduğunda hasat zamanı da gelmiş demekti. Gövdeyle sap ayrılınca geriye kalan kara küçük çekirdekler kavrulurdu. Güneşte kavrulması yetmezmiş gibi bir kez daha yanardı güzelim çiçek.
Günebakanın bir de hikâyesi vardı bu topraklarda dolaşan.
Gündöndü ve sarmaşığın hikayesi. Herkes bilmezdi bu hikayeyi. Bilen de layıkıyla değil, kulaktan kulağa nasıl geldiyse onu bellerdi.Günebakan nam-ı diğer gündöndü yine yüzünü güneşe dönmüştü. Ne beklenirdi ki ondan başka? Her gün, her saat yaptığı varlığını kanıtlayan yegâne bir eylemdi. Henüz yeşil gövdesini de germiş öylece dönmüştü güneşe. Güneş yapraklarına değdikçe sarısı da güzelleşiyordu, uzaktan görebildiği kanolaların sarısı gibi canlı canlı görünüyordu.
Daha çok parlasındı güneş. Gündöndü yalnız da değilmiş. Yanında onun gibi olmak isteyen, güneşe döndükçe onun da yapraklarının parlamasını isteyen sarmaşık varmış. Sarmaşığın kökü de gövdesi de daha görkemliymiş gündöndüden ama onun gördüğü sadece günebakanın güzelliğiymiş. Sarmaşık, günebakana benzemek için ne yapsa diye düşünüp durmuş günlerce.
Ne yapsam da onun gibi olsam, güneş de beni ısıtsa,beni parlatsa diye.Çareyi günebakana daha da yaklaşmakta bulmuş. Sürüdükçe sürmüş köklerini günebakana doğru. O güçlü kökler yerinden oynadıkça toprağa daha da yaklaşmaya başlamış sarmaşık. " Ne oldu böyle? Oysa ben günebakana dolanıp onun gibi olacaktım?" Diye düşünmeye başlamış. Zaman geçtikçe iyice uzayan sarmaşığın kolları da günebakana ulaşmış ama yine isteği olmamış. Güneş, incecik dallarına vurdukça kurumaya başlamış sarmaşık. Kurudukça sardığı günebakana da zarar veriyormuş artık. Günebakan da kurumaya başlamış onunla.
İkisi de cansız bir ot olana kadar zaman geçmiş. Bir gün tarlaya gelen bir çiftçi günebakana sarılmış sarmaşığı gördüğünde ikisinin de kuruyup kaldığını görmüş, Hem günebakan hem de sarmaşık koparılmış çiftçi tarafından. Öylece kalmışlar toprağın üstünde.
Ne anlardı insan iki dal parçasından? Anladı diyelim, sarmaşığı öldüren neydi? Kibri mi? Daha fazlasını istemesi mi? Günebakanın suçu neydi o halde?
Ne demişlerdi; " Kurunun yanında yaş da yanıyor."
Bazen kimsenin bilmediği bir hikâye, yıllar sonra dillerde dolaşabiliyor. Ama ne var ki: insan, kaç asır geçerse gecsin insanlığın ne olduğunu bilemeden göçüp gidiyor.O gün Muazzez'in ekinlerin arasında yığılıp kalması, Mehmet'in yüreğini ağzına getirmişti. Yıllar sonra hayatına birini almıştı. Ela gözlü, geniş alnına dökülen perçemleri olan yüreği de geniş olan bir güzel.
Mehmet'in bata çıka Muazzez'in yanına ulaşana kadar geçen kısacık an ona hiç bitmeyecek gibi gelmişti. Elini uzatsa dokunacak, dokundukça da kaçacak olan bir kelebek. Küçük altın kanatlı bir kelebek.
Mehmet, Muazzez'i kucakladığında panikten sağına soluna dönüp durdu o an. Sesini de çıkaramadı ama fark etmişlerdi onu. " Ne oldu? Mehmet!" Diye soran soranaydı ancak duymuyordu adam.
" Çabuk." Dedi en sonunda. " Gidelim, hastaneye götürelim." Diye mırıldandı. Şaban geldi, " Tamam kardeşim. Sakin ol. Alacağız bacımı gideceğiz." Diyordu ama Mehmet, korkudan Muazzez'in yüzüne bile bakamıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜVEY (Tamamlandı)
Fiction généraleSeksenlerin başında, küçük bir şehrin iki ayrı köyünde yaşayan iki genç. Kendi hayatlarına seyirci kalmış ve başkalarının tercihlerini kendilerine şükür sebebi etmiş iki hayat birleştiğinde daha katlanılabilirdi. Çünkü, yarım kalmış bir hayatı an...