İyi okumalar...Asırlardır içimizde tuttuğumuz sonrasında bizi ele geçiren ne varsa onun esiri olduk, durduk. İçimizde için için yanan ateş, bazen volkan misali patladı hem bize hem de sevdiklerimize rastladı, kötü oldu.
Ahlar, vahlar, yaşlar... Söndürmeye de yetmeyince volkan sönmek bilmedi püskürttükçe püskürttü lavlarını. Ne oldu?
Yine yandık. İyileşen yerlerden, açılan yeni yaralar vardı artık. Sığındık; birine, Allah'a, ağaca, gölgeye... Sığınak değişiyordu ama derman bulunmuyordu çünkü bir kere yaralanmaya gör, gösterdikçe deşiyorlardı.Yaranın bilgesi olduk. Yaranın bilgesi olur mu? Nerede olduğunu biliyordun ama şifayı neyde aramalıydı? Arayış hep devam etti, devam da edecek çünkü anladık ki insanın umudu aramaktan geçiyor. Aradıkça umut da bir yerden, beklemediğin anda çıka geliyor.
Ve umudu sevmek herkese nasip olmuyor.
Mehmet, içinde onunla beraber var olan ve içten içe sızlayan yarasını eksik yanını daima taşıyordu tıpkı Muazzez gibi. Hani derlerdi ya: " Bana dünyaları bağışlasalar bu vakitten sonra ne faydası var?"
Öyleydi. Paranın olması zengin yapmazdı, evin olduğunda çatının olduğunun anlamına gelmezdi, baban olduğunda sahiden babanın olduğunu anlamadıkça ne anlamı vardı?
Yok yine yoktu ama varken yok işte en acısı buydu.
İsmet'ten gelen telefonla üç kişilik çekirdek aile kasabanın yolunu tuttu. Hümeyra'nın doğduğu zaman elinde altınıyla çıkagelmişti bir akşamüstü.
Torununu kucaklamıştı. Telafisi olmayan bir mahcubiyet vardı üstünde, zaten Mehmet'in yarası da onun mahcubiyetine denk düşüyordu.
Adını sordu torununun. " Hümeyra koyduk ismini baba." Diye söyleyen Mehmet'le bakışları denk düşmüştü o an. Mehmet de İsmet de çekememişti bakışlarını birbirinden. Sessizce edilmiş bir özür aynı zamanda da bir teşekkür vardı o bakışlarda ama dile gelmedi. Dile gelmeyen özrün de teşekkürün de hiçbir vasfı yoktu.
Bakışlarını ilk çeken İsmet olmuş,
" Adıyla yaşasın." Dan başka bir kelime çıkmamıştı ağzından. İçinde sadece onun ve yukarıdakinin bildiği bir cümle geçti." Kaderi benzemesin."Şimdi Muazzez'in kucağında Hümeyra, Mehmet'in de elinde torba dolusu köyden getirdikleri meyve, sebze, tarhana vardı. Muazzez de Necmiye de telefon geldiği gibi hazırlamaya başlamıştı torbaları.
" Boş gidilmez Mehmet." Diye diye koymadığı kalmadı torbaya. Mehmet de " Tamam." deyip kendi hasatı olan domatesini, biberini doldurdu.Hümeyra, annesinin kucağında
" Baba." Diye tutturmuştu yine.
" Tamam kızım. Geldik bak." Dedi Mehmet yumuşak bir sesle. Elinden düşürmediği mavi emziği ağzına tıkıp sessiz kaldı küçük kız, annesi terleyen saçlarını okşarken mayışıp göğsüne sokuldu. " Uykusu geldi." Dedi Muazzez. Gelmişlerdi de artık. Kapıda onları, Emine karşıladı. Elindeki torbaları görünce " Ne gerek vardı. Evde var zaten." Dese de, Muazzez,
" Olsun anne. Bunlar tazecik." Dedi masum masum.İçeri geçtiklerinde tüm aile oradaydı. Ebru büyümüştü, okula gidiyordu. Erhan, elinde bir kitapla odanın köşesine kıvrılmış ders çalışıyordu. İsmet ve Ekrem de geldiğinde hepsi oturmuştu bir köşeye. Annesinin kucağında uyuyakalan Hümeyra'yı, Muazzez kucağında tutuyordu. İsmet halini fark edip, " Emine ne duruyorsun öyle, yer yapın çocuğa da rahatlıkla uyusun." Dediğinde Muazzez, " Olsun baba." Dese de adam reddettmiş " Olmaz öyle kızım." Deyip Emine'ye içerisini işaret etmişti. Emine de yerinden kalkıp odaya gitmiş sonrasında Muazzez'i çağırmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜVEY (Tamamlandı)
General FictionSeksenlerin başında, küçük bir şehrin iki ayrı köyünde yaşayan iki genç. Kendi hayatlarına seyirci kalmış ve başkalarının tercihlerini kendilerine şükür sebebi etmiş iki hayat birleştiğinde daha katlanılabilirdi. Çünkü, yarım kalmış bir hayatı an...