Bugün neredeyse üç gün oluyordu. Karmaşalarla dolu geçen o günün üzerinden üç gün geçmişti. Her şeyin çok güzel gittiği esnada gördüğüm o fotoğraf, zorlukla yıktığım duvarları yeninden örmüştü.
Bu süreçte kendimi odama tıkamıştım. Günde iki kez, kahvaltı ve akşam yemeği olmak üzere iki kez suratını görmem dışında hiçbir etkileşime girmemiştim onunla. Ailemin, dayımın, kuzenlerimin tüm ısrarlarına rağmen kararımdan dönmemiş, dışarı bile çıkmamıştım.
Biliyordum çünkü. Onula yan yana gelsem, bir kez gözlerine baksam ya da bir kelime dahi söylese ben yine her şeyi boş verir kendimi onun deli rüzgarına kaptırırdım. Bu kararı almak bile benim için fazlasıyla zor olmuşken, dönmemek işkence gibiydi.
Kapımın tıklatılmasıyla kulaklığımı çıkardım. Annem kafasını kapıdan içeri sokup bana baktı. "Oğlum gidiyoruz biz, emin misin gelmek istemediğine."
"Eminim anne." dedim kendimden emin sesle. Annem hüzünle bana baktı.
"Bir sorun yok değil mi Hoseok?" şefkatli bir tonda konuştuğunda gülümseyerek başımı salladım.
"Yok anne." dediğimde kararsızca baksa da kapıyı usulca kapatıp odadan çıkmıştı. Arkasından derin bir nefes verdim. Benim için üzüldüğünü biliyordum ama kendimi sıkışmış hissediyordum. Bir şeyler yaşıyordum ve kimseye anlatamıyordum.
Bir süre sonra dış kapının sesini duyduğumda ayağa kalktım. Bütün bedenim uyuşmuş gibiydi. Esneme hareketleri yaparak kaslarımı gevşetmeye çalıştım. Yer yatağı beni cidden bitiriyordu.
Burası kesinlikle berbat bir yerdi.
Annem herkesin birlikte pikniğe gideceğinden bahsetmişti. Evin tamamen boş olmasından istifade ederek mutfağa ilerledim. Sofraya oturmak ailenin kesin kuralı olduğundan her sabah oturuyordum ama olabildiğince kısa tuttuğumdan pek fazla bir şey yiyemiyordum. Deli gibi acıkmıştım.
Geniş mutfağa girdiğimde buzdolabını açtım. Annem hazırladığı atıştırmalıklardan benim için fazlaca bırakmıştı. Gülümseyerek saklama kaplarını ve bir tabak çıkararak masaya bıraktım.
Anneannemin sıktığı en sevdiğim şeftali suyunu bardağa boşaltmaya başladığımda aldığım hoş koku ile burukça gülümsedim. Ağaçların arasında ne de güzeldi o gün bedeni. Beyaz teni akşam güneşiyle parlıyordu, dudakları şeftali suyuyla ıslanmıştı.
O her şeyden öte çok yakışıklı biriydi. Onun güzelliğini tek farkeden ben de değildim. Kasabada kızlar arasında popüler biriydi. Herkesin hayalini süsüleyen bir adamdı Yoongi hyung. Eminim kız arkadaşı da en az onun kadar güzel biridir.
"Meyve suyunu israf etme."
Boğuk sesini işitmemle paralel soğuk ellerini elimde hissettim. Yavaşça sürahiyi dikleştirdi. Nefesim kesilirken başımı çevirerek yüzüme oldukça yakın yuvarlak yüzüne baktım. Minik baygın bakışları yüzümdeydi.
Derin bir nefes aldığımda burnuma temiz duş jeli kokusu gelmişti. Gözlerimi yukarıya kaldırdığımda siyah saçlarının ıslak olduğunu, su damlalarının alnından yanağına aktığını gördüm.
Sıcak nefesleri yanağıma değdiğinde yutkunarak boğazımı temizledim. "Dalmışım." diyerek kurduğum ufak çaplı masaya oturdum.
Annemin yemeği ikimiz için bu kadar fazla bırakmış olabileceğini düşündüğümde sıkkın bir nefes verdim. "Hyung, yemek ister misin?" dedim bakışlarımı ona çevirerek. Evet, ona kırgın olabilirdim ama aç kalmasını da istemezdim.
Minikçe başını sallayarak bir tabak alıp hemen karşıma oturdu. Yemeği önce onun tabağına ardından kendi tabağıma servis ettiğimde ufak bir teşekkür mırıldandığını duymuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
since our childhood, sope✓
Fanfic"Nefret ettiğini biliyorum benden hyung, çocukluğumuzdan beri." 'yoonseok