a photo

324 49 48
                                    

Pazardan dönünce direkt eve geçip poşetleri bıraktıktan sonra Yoongi hyung nereye gideceğimizi söylememiş, bahçede onu beklememi hemen döneceğini söylemişti.

"Neden burada bekliyorsun?"

Dahyun'un ince sesini duymamla yerdeki bakışlarımı kaldırdım.
"Yoongi hyungu bekliyorum." dedim omuz silkerek. Kaşları havaya kalkarken yanıma gelmişti.

"Neden?" sorusuyla yeniden omuz silkip dudağımı sarkıttım aşağı.

"Bilmiyorum ki. Beni bir yere götüreceğini söyledi." dediğimde kaşları çatılmıştı.

"Bensiz mi?"

Sesi fazla masum çıktığında gülümsemiştim. "Sanırım." dediğimde omzunu omzuma vurmuştu. Kıkırdayarak kaçtım.

"Gidelim." Yoongi hyungun sesini işitmemle heyecanla ona döndüm.

"Oppa, nereye gideceksiniz?" dedi Dahyun dudaklarını büze büze.

"Hoseok'u şeftali bahçesine götüreceğim." dediğinde gülümsemiştim. Bu fikir çok hoşuma gitmişti, üstelik beni düşündüğü için gidecektik.

"Süper, biz de geliyoruz!" arkadan Namjoon'un gür sesini duyduğumda göz devirmiştim. Her an her yerden çıkabilirlerdi. Namjoon bir kolunu Seokjin hyungun koluna diğerini de Jimin'in koluna sarmış, güle güle bize doğru geliyordu.

"Aman tanrım, bir yere gideceğimde kokusunu mu alıyorsunuz?" dedi Yoongi hyung isyan içeren sesle.

Seokjin hyung gür bir kahkaha atarak elini Yoongi hyungun omzuna attı. "Elbette! Hem bizsiz çok sıkıcı olur." dediğinde Yoongi hyung gözlerini devirmişti.

"Evet evet kesinlikle. Hadi binin arabaya." diyerek sürücü koltuğuna yerleşti. Onunla baş başa bir aktivite yapabilecek olmak beni gerçekten heyecanlandırmıştı. Biraz hevesim kırılsa da çocuklarla birlikte olmayı da seviyordum.

Namjoon ve Seokjin hyung oldukları her yere neşe getiriyorlardı. Dahyun, güneş gibi ışık saçıyordu. Jimin'in ise varlığı yetiyordu. Kardeşim yoktu ama Jimin benim kardeşimdi.

Yine geçen seferki oturma düzeninde oturduğumuzda yolculuk boyunca tenime çarpan hafif mehtabı hissetmeye çalıştım. Tenim burada kaldığım süre boyunca bronzlaşmış, açık kahve saçlarım sarımsı bir tona dönmüştü güneşten.

Uzun bir yolculuğun ardından kasabadan oldukça uzak yeşillik bir alanda durmuştu araba. Diğerlerini beklemeden taze çimenlerin üzerinde yürümeye başladım. Hemen ilerde pek uzun olmayan sıralı şeftali ağaçları vardı. Daha ilerideki ahşap evi az biraz seçebiliyordum.

Herkes arabadan indiğinde ağaçların olduğu alana doğru ilerlemiştik.

"Burası dünyanın en güzel yeri!" dedi Jimin kahve gözleri ışıltıyla bakarken. Kesinlikle haklıydı. Aldığım her solukta tatlı şeftali kokusu burnuma doluyordu.

"Bu ağaçlar kimin?" diye sordum elimi şeftalilere uzatıp okşarken.

"Anneannem ve babamın." dedi Yoongi hyung yanıma gelip okşadığım şeftaliyi yumuşak dokunuşlarla koparırken.

"Çok güzel.. biraz yiyebilir miyim?"diye mırıldandım onu izlerken.

"Elbette ama önce yıkamalıyız." diyerek hemen önümüzdeki daldan birkaç meyve daha kopardı. Hayranlıkla onu izliyordum. Büyük elleri şeftalileri nazikçe kavrayıp kopartıyordu dalından. Beyaz teninde daha parlak görünüyordu kırmızı şeftaliler.

"Dahyun, yıkamadan yeme! Karnın ağrır."

Ben arkasından onu takip ederken Dahyun'u uyarmıştı. Gülümsedim. Çeşmenin yanına ulaştığımızda şeftalileri özenle yıkamaya başladım. Beyaz tüylerden arındığında ağzım sulanmaya başlamıştı.

since our childhood, sope✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin