(Kördüğüm 49. Bölümden genişletilmiş Alıntıdır.)
Laia, yanında bitip tükenmiş Moire ve ona destek çıkmaya çalışan Mila ile birlikte Edinburgh meydandaki kalabalığın arasında dolanmaktaydı. Din adamlarının kurdurduğu dev engizisyon mahkemesi üzerine İskoçya ve İngiltere'de bir karara varılmış, aydınlanmaya başlayan, yavaş yavaş kilisenin korkunç yaptırımlarına karşı gözlerini açan halka büyük bir göz dağı verilmek için harekete geçilmişti. Oynayacakları oyunun büyüklüğüne bağlı olarak etkisi artacaktı. Böyle düşünüyor olmalıydılar. Bu yüzden de hafif ağır nerede ne suçlu varsa sorgulamaksızın idam kürsüsüne çıkarılmıştı. Büyücüler, iksirciler, kendilerinden rahatsızlık duyulan şifacılar, şeytan olarak nitelendirilen kadınlar... Laia geçtikleri kafeslerden birinde bir at ve köpek dahi görmüştü. Genç kızın aklı hayali almıyordu. Böylesine bir saçmalığı tanrı dileği adı altında nasıl yapabildiklerini insanların göz yumuşunu düşündükçe deliriyor, içinde bulundukları inanç sistemine olan nefreti gittikçe büyüyordu. Şayet bir tanrı varsa onlarla oyun oynuyor olmalıydı. Genç kız bakışlarını kafeslere çevirerek Moire için tutuklanan kocasını aramaya koyuldu. Bakamıyordu. Kafeslerin içindeki korku dolu gözlere dışarıda sevdiklerinin acı inleyişlerine ve veda etme çabalarını görmek istemiyordu. Kimsenin bu şarlatanlığa dur demeye gücü yok muy du? Yoktu elbet... Tanrı öyle korkutmuştu ki herkesi, sesini çıkaran bin beteriyle karşılaşacakmış gibiydi. Bu kadar kolay mı vaz geçmişti yarattıklarından... Laia kafes içinde ufacık bir çocuğu gördüğü vakit hiddetlenen bakışlarını yere indirdi ve yumruklarını sıktı. Az sonra Moire daha fazla strese dayanamayıp kusmaya başladığında ise düşüncelerinden sıyrılarak ona doğru eğilip kolundan tuttu.
"Moire!... İyi misin?... Sakin ol Moire!" Mila mendilini çıkarıp kuzeninin elini yüzünü temizleyerek ona belinden sarılıp yürümesine destek olmaya çalıştı. "Tanrım... Her daim bir şeyler gören Laura'nın kör olası tuttu şu sıra!"
Laia kızdan yana bakıp gözlerini devirerek "Bu defa büyük oynuyor!" diye söylendi. Mila onu dinlemediğinde ise bakışları yeniden kafesler içinde dolanmaya koyuldu ve az ileride kuzeninin kocasını fark ettiğinde hızla konuştu. "Sanırım O Caelan..." genç kız eliyle bir arka arabayı işaret etti. "Bulduk Moire orada!"
"Ah, Sevgilim..." Moire hıçkırarak kalabalığı hızla ittirip askerlerin onu çekmeye çalıştıkları parmaklıklara yapışır buldu bir anda kendini. "Caelan! Sevgilim!"
Laia milayı kolundan tutarak Moiree doğru yürüyüp ikilinin birbirlerine tutunuşlarını izledi bu kez. Aşk, sevgi böyle birşey ise şayet Tanrının onlardan nefret ettiği bir gerçekti...
"Moire!" Caelan da içeridekileri itekleyip karısının yanına ulaşarak kollarını parmaklıklardan geçirdi ve onu sıkıca sarıp öpüp kokladı. "Burada olmaman gerekirdi Moire..."
"Yanındayım Caelan... Seni bırakmayacağım!"
"Baktığım son gözler seninkiler olacaktı öyle değil mi?" Caelan dudaklarını birbirine bastırıp arkadan Moirei ayırmak için çekelemeye çalışan askerlere rağmen onu sıkıca tuttu.
"Ben artık baksam da göremeyeceğim Caelan... Tanrım ne olur gitme... Ne olur..."
Laia ikilinin arasında geçen konuşmalara daha fazla dayanamayarak ellerini saçları arasından geçirerek kafasını sıktıktan sonra yeri tekmeledi. Yapacak bir şeyler olmalıydı. O yardım etmiyorsa başlarının çaresine bakmak zorundaydılar! Genç kız kalabalığı yararak locaların olduğu bölüme doğru hızla ilerlemeye koyuldu. Laia oradaki hareketlilik ve Aodh'un planladıklarının aksine gerçekten doğuracakmış gibi görünen karısına bakıp yüzünü buruşturması ardından aşağı inen annesi ve babasının yanına ilerledi. "Ne oluyor?"