Balıkesir. Dursunoğlu Obası
Laia girdiği buhrandan çıkması gerektiğinin bilincindeydi. Genç kız dün koca bir günü yatarak geçirmişti. Pek tabii bunda bir hekim olduğunu öğrendiği Servi Hatun'un yaptığı ilaçların payı büyüktü. Ağrılarını alıyor, uyku yapıyordu. Genç kız, Caledonia teyzesini düşününce elbet bir kadından da şifacı olabileceğini biliyor olsa da burada açık açık yapabiliyor oluşu oldukça garipti. Kadını büyücü diye yakmamış olmaları ise başka bir meseleydi. "Servi Hatun? " dedi tekleyerek. Sanuyordu ki hatun kelimesi leydi gibi bir şeydi kadınlara söyleniyordu. Ona da durmadan Leyla Hatun diyorlardı. Laia kaş çatarak adının tuhaf söyleminden haz etmediğini düşünürken çadırın içine göz gezdirdi. Sabahın bu saatinde nereye gitmiş olabilirdi ki yatağı da boştu. Genç kız sabah şarkısını işitmişti. Servi Hatun, Abraham gibi kalkmış elini yüzünü ayağını güzelce yıkayıp dikilerek ibadetini yapmıştı. Sonrasında kısa bir süre daldığını düşündü Laia. Genç kız yataktan çıkıp kadının ona özel ihtiyacını gidermesi için dışarıda bulunan ufak delikli kötü kokulu küçücük dört köşe lazımlık odasına gitmesi için verdiği kaftanı, geceliği üzerinden giyip yüzünde sarılı etleri çıkartarak mendilin üzerine toplaması ardından büyük ibrikten tasa su döküp yavaşça suratını sabunlayarak yıkadı. Saçlarını ardında sıkıca bağlayıp yazmayı başına geçirdi ve bir ucunu yüzüne sararak peçe etti. Bir aynası olmasa da korkunç olduğunu tahmin edebiliyordu Laia. Kapı yanında beze sarılı çizmelerini ayağına geçirip küçük ahşabı ittirerek başını uzattı. Az ötede meydan olduğunu var saydığı yerde bir topluluk görünmekteydi. Laia elindeki etleri köşeye bırakması ardından aksayarak insanlara doğru yürüdü. Genç kız ortada bulunan on kadar ata baktı. Birileri gidiyor olmalıydı. Laia gözlerini az sonra ortaya gelen Aytuğ'a dikti. Adam annesinin elini öpüp yüzüne sürmesinin ardından ona sarıldı ardından kardeşi de aynısını yaptı. Laia baş hanımın dik durmaya çalışsa da ağlamakta olduğunu seçebiliyordu. İlk gün çadıra gelen kız ise şapkası ardından sallanan tülü ağzına bastırarak koşup aradan uzaklaştı. Laia, Aytuğ'un zırh ve kılıç kuşanmış olduğunu fark ettiğinde onu bir çeşit savaşa uğırladıklarını varsaydı. Onlarda da böyle uğurlamalar elbet vardı. Genç kız adamın gür sesiyle etrafa bakıp anlamadığı bir şeyler söyleyişini dinledi.
"Ağlamayasınız. Biz Alem-i İslam'da huzuru sağlamak adına gideriz. Şehadet şerbeti içmek nasip olur ise ne ala! " Aytuğ iç çekerek baktı ağlaşan analara.Genç adam arkada duran yüzü gözü sarılı kadını gördüğünde ise kendince gülümseyip elini kalbine götürerek selam verdi. Ardından diğerlerine döndü. "Hakkınızı helal edesiniz! "
"Helal olsun"
Laia gözleri adam ile buluştuğu vakit ona selam vermesiyle hafifçe dizlerini kırarak karşılık verdi. Aytuğ yeniden bağırarak bir şeyler söylediği vakit bir anda hep bir ağızdan gürleyen insanların onu irkiltmesine izin vererek yerinde sıçradı.
"Allahu Ekber! " Aytuğ kılıcı havalandırarak yeniden bağırdı.
Genç kız herkesin yeri göğü inletmek istercesine bağırmaya başlamasıyla titredi. İçine işlemişti söyledikleri her neyse defalarca defalarca tekrar etmişlerdi ve sonunda günün belli vakitletinde söylenen o şarkının başındaki kelime olduğunu anladığında kendi kendine iç çelerek kadınların dört nala hareketlenen adamlar ardından ellerindeki taslar ile toprak yola su döküşlerini izledi. Laia sevdiklerine veda eden adam ve kadınların gözlerindeki mahsun bakışa dayanamayacağını anladığı vakit dolan gözleriyle çadıra doğru ilerledi. Kısa zamanda ne çok vedaya şahitlik etmişti bu bakışlar...
---
İskoçyaGlassglow batısı. Dunnon Limanı
Robert, araba durup kapı onlar için açıldığında nefesini tutarak karısına baktı. Edinburg meydanına gelmedikleri kesindi saatlerdir yoldalardı. Hoş.. Son bir kaç gündür zaman kavramını yitirmişti adam. Jenna'nın pek nadir belki de hiç görmediği kir pas içindeki yüzü gözüne bakıp gülümsemesinin ardından açılan kapıdan tedirginlikle aşağı indi ve aynı korku ile etrafı gözleyen karısının buz tutan elini kavrayıp onu da indirdi. Bir limandaydılar. Etrafta pek asker yoktu. Robert günün ağarmak üzere olduğunun farkına vardığında yutkunarak nerede olduklarını seçmeye çalıştı.