1. Uçurum Kenarı

122 36 13
                                    

Merhabalarr
Bu benim ciddi bir şekilde yazdığım ilk kurgum. Beğenmenizi umuyorum.
Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyor olacağım ❤️❤️❤️

NOT: Düzenlendi

☁️

Nefesimi düzene sokmaya çalışırken dizlerimin üzerine çökmemek için kendimi zorluyordum. Rüzgar yüzüme çarptıkça nefesim tekrardan kesiliyor ve saçlarım geriye doğru uçuşuyordu.

Ona dönmeden dudaklarımı hareket ettirdim. "Buradan atlasam ne olur sence?" Başımı iki yana salladım. Daha doğrusu buradan atlamam senin için ne ifade eder? Elbette bunu bu şekilde sormayacaktım.

"Ölürsün." dedi. Tek cümle. Tek anlam. Artık o da sıkılmış olmalıydı. Sesinde en ufak bir telaş bile hissedemiyordum. Bunun sebebinin soğuğun ruhumu dondurmuş olmasından kaynaklanmasını isterdim. Ama değildi. Sesi kesik kesik gelse de son cümlesini de anlayabilmiştim. "Ve bu aptalca bir hareket olur."

Ben de aptal değil miyim zaten toprak gözlü adam? O toprakları kalbimi gömmek için kullandığını anlayamadım sonuçta.

Dayanamayıp omzumun üzerinden ona baktım. Siyaha yakın saçları, kemikli yüzü ve belirgin çene yapısı. Koyu kahverengilerine değdi bakışlarım. O anda zaten üşümüş olan bedenimin dışında kalbimde bir yerlerin daha üşüdüğünü düşündüm. Gözlerinde sanki buzullar vardı. Gözlerinde sanki ölümüm vardı. Gözlerinde gördüğüm ufacık parlama bir endişe belirtisi olabilir miydi? Kendini kandırıyorsun, yine.

Çenemi sıktığımı ve titrediğimi dişlerim acımaya başlayınca anladım. Ellerimi durmaları için yumruk yaptım. Durun beni güçsüz gösteriyorsunuz.

"Bana engel olmayacak mısın?" dedim gözlerimi onunkilerden ayırmadan uçuruma doğru bir adım daha atarak. Bunu istiyor muydum emin değildim. Gerçekten bana engel olmak istese buna izin verir miydim emin değildim. Sadece kırıldığımı biliyorum.

Başını belli belirsiz iki yana salladığında gerçekler ilk kez bu saniyede tokadını geçirmişti bana. Sarsıldığımı hissettim. Geri dönüş yok. Dönmek isteyen de öyle. Ama yine de kendime engel olamadım. Dudaklarım acıyla kıvrılırken titrek sesimi umursamadan ona doğru bağırdım. "Beni hiç mi sevmedin Barın?" Boğazımda keskin bir acı hissetsem de durmadım. Şimdi çığlık atmazsam beni bir daha asla duyma fırsatı olmayacaktı. "O gün de bu yüzden mi bırakmıştın beni?"

Gözleri irice açılırken bana doğru bir adım attı istemsizce. "Hayır hayır..." diye kendi kendine fısıldadığını dudaklarının hareketinden anlayabilmiştim. "Saçmalama! Öyle olmadığını biliyorsun!" Bu sefer o da bağırmıştı. Ve sesi kulaklarımda çınlarken ben yeniden önüme döndüm.

En büyük korkuma. En büyük kabusuma. Önümde uzanıp giden bu boşluk benim çocukluğumun bir başka yarasıydı. Yaralar sürekli kanamak zorunda mıydı? Bir yara bandı verecek kimse yok muydu?

Etrafımızı saran sis bulutuna rağmen uçurumun sonunda katilimin beni beklediğini biliyordum. Denizin masmavi masum kolları beni usulca ve bir katil soğukkanlılığıyla boğacak. Ya da buna gerek kalmadan başımı bir kayaya çarpardım ve bum! Nefesim daha önce bana hayat vermemişçesine kesilirdi.

Korkuyor muydum? Neden bu kadar çok düşünüyordum ölümüm hakkında? Atlayacaktım ve bu kadar. Atlayacaktım ve unutacaktım. Sahiden de unutacak mıydım?

Emin değilim.

Peki affedecek miydim?

Asla.

Bir adım daha attım. Bir adım daha. Ve bir adım daha. Toprak ayaklarımın altında ezildikçe tüm hücrelerim bunu yapmamam gerektiğini haykırıyordu. Ama nasıl yaşamaya devam edecektim ki? Edemezdim.

Bir ihanet ölüm nedenim olacak. Sadece bir ihanet değil. Onun ihaneti. Onun yalanları. Onun gözleri... Onun buzulları.

Bir kez daha ona bakmayacaktım. Bakarsam beni yine kandırırdı. Bakarsam bana yalanlarını sıralardı. Bakarsam ona sarılmak isterdim çünkü artık çok üşüyordum. Çok fazla.

Onun ihaneti ölüm nedenim olacaktı. Ve ben ölümün soğuk kollarından kurtulmak için yine ona koşmaya razıydım. Ben neden bu kadar aptaldım?

"Daha fazla yaklaşma oraya." dedi birden. Sesi arkamdan bir yerlerden geliyordu ama nereden geldiğini anlayamıyordum. Yakınımdan mı yoksa uçurumun öbür ucundan mı? Gerçekten de konuşmuş muydu yoksa hayal ürünüm müydü bundan bile şüphelenmeye başlamıştım.

"Kahretsin. Sana dur diyorum! Duymuyor musun?" Bu ses kime aitti? Yüzüme çarpıp geçen rüzgarlar artık canımı yakmaya başlamıştı. Arkadan biri sürekli bir şeyler söylüyordu ama kulaklarımdaki uğultular yüzünden onu duyamıyordum. Adımlarımı hızlandırdım. Neden bilmiyorum ama gayptan gelen bu seslerden kaçmak istiyordum.

Ölüme son birkaç saniye... En azından bu senin tercihin. Başkaları sana bunu zorla yaptırmıyor. Kalbini başkaları kırdı ama onu durdurmayı sen seçiyorsun.

Kalbim fısıldıyordu. Bunu hak edecek ne yaptım? Gülümsüyordum sessizce. Biz masumuz sevgili kalbim. Biz hiçbir şey yapmadık.

"Yalvarırım bir adım daha atma!" Yine o ses.

Ve bir adım daha...

Gözlerim kayarken içimde müthiş bir yanlışlık hissi vardı. Yanlış olan bir şeyler vardı. Bunu yapmamam gerekiyordu. Ama artık çok geç olduğunu düşündüm. Dizlerimin bağı çözülürken başımı sert bir yere çarptığımı hissettim. Acı tüm vücuduma yayılırken artık kendimi boşluğa bırakmıştım.

Ben ölümü hissettim. Ne zaman doğmuştum ki tam olarak?

...

İlk bölüm burada bitiyor. Biraz kısa olduğunu kabul ediyorum ama gittikçe kelime sayısını arttıracağım.

Nasıl buldunuz peki?

Ayrıca yıldızın içini doldurursanız beni çok mutlu edersiniz 🌟

Not: İlk yazdıklarımı sonradan okuyunca pek beğenemedim. O yüzden ben de baştan bir düzenleme yapmaya karar verdim. Yakın zamanda bitiririm inş.

Birlikte Atlayalım GökyüzündenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin