Tüm gücümle Barınʼı omuzlarından ittim ve o da kendine gelmiş olacak ki hemen yataktan kalktı. Ters ters ona bakarak saçlarımı düzelttim ve hâlâ üstümde olan siyah elbisenin de üstündeki hayali tozları silkeledikten sonra boğazımı temizleyerek Mehirʼe döndüm.
"Hayır canım ne alaka? Yanlış bir zamanlama yapmadın. Yani anladığın gibi bir şey olmadı. Aslında doğru bir zamanda geldin. Bir dakika ya... Senin burada ne işin var gerçekten?"
Mehir kafası karışmış gibi bir bana bir Barınʼa baktı. "Şey..." Daha da meraklanarak kaşlarımı kaldırdım. Mehirʼle bir dağda karşılaşmıştık. Sonra da onu bir daha hiç görmemiştim. "Evet?" dedim cevap vermesi için üsteleyerek.
Barın öksürerek aramıza girdi ve ellerini omzuma koydu. "Duru...kızı sorguya çekmeden önce bekle, biraz soluklansın." dedi uyaran bir ses tonuyla. Kaşlarımı çatarak ona baktım. Sen bir çekilsene önümden, der gibi bakmaya çalıştım. Anladı mı bilmiyorum ama çekilmedi. Aksine gözlerimin içine öyle bir şefkatle baktı ki bu bakışı çok özlediğimi fark ettim.
Sonra fısıldar gibi konuştu, "Bana güveniyor musun?"
Dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerinin içine baktım. O anda gözlerine bir hayal kırıklığı ulaştı ve yavaşça omuzlarımı bıraktı.
"Peki, bana inanır mısın?" dedi bu sefer, kolları iki yanına düşmüşken. Nefesimi verdim. İnanır mıydım? Bilmiyordum. Güvenir miydim? Onu da bilmiyordum. Tüm duygularım alt üst olmuştu ve ben artık inanmaktan çok korkuyordum.
"Bunları neden soruyorsun?" dedim cevap vermeyerek. Hiçbir şey demeden kenara çekildi ve yeniden karşımda Mehirʼi gördüm.
Omuzlarını dikleştirmiş buruk bir tebessümle bana bakıyordu. Koyu yeşil gözleri hafiften buğulanmış gibiydi ama bunun ışıktan olup olmadığına karar veremedim. Çantasının sapından tutmuş botlarına kadar sarkıtmıştı. Koyu kahverengi saçları, siyah sweatinin şapkasından beline doğru dökülmüştü. "O mu?" dedi önce Barınʼa dönerek. Sesinin titrememesi için uğraştığını anlamıştım ama sadece bekleyip görmeye karar verdim. Neler oluyordu?
Barın sadece başını salladı. Gözlerindeki hayal kırıklığı gitmemişti ama yeni bir duygu eklenmişti yanına. Pişmanlık. Sanki ona olan güvenimi kaybettiğim için büyük bir vicdan azabı çekiyor gibiydi. Ama böyle olmadığını biliyordum. Ben hiçbir duyguyu anlayamazdım zaten. Yanlış anlardım. Ama artık o saf kız olmayacaktım, buna bir nevi yemin etmiştim kendimi karakola teslim ettiğim gün.
Mehirʼin yüzünde hiç beklemediğim bir şaşkınlık vardı. Ama kısa sürdü. Yavaşça bana doğru yaklaştı ve kollarını, ellerimi tutmak istermiş gibi öne doğru uzandı. "Duru Akça..." dedi kısık bir sesle. Parmaklarını içeri doğru kıvırdı ve sonra kendine doğru çekti. "Sensin... Buldum seni. Aman Allahʼım! İnanamıyorum!" Boş gözlerle ona bakmaya devam ettim. Kimi bulmuştu?
"Ben...Birisini arıyorum."
Hiçbir şey söylemediğimi görünce heyecanı biraz olsun söner gibi oldu. Barınʼa baktı yeniden. "Ona söylemedin mi?" dedi kaşlarını çatarak. Barın başını öne eğdi. "Hayır." diye mırıldandı. "Bana inanmazdı."
Alt dudağımı kemirmeye başladım. Bir soru sormaya korkuyordum. Neler olduğunu o kadar da öğrenmek istemiyordum sanırım. Korkuyordum. Gerçeklerden. Geçmişten. Boşa giden yıllardan.
Mehir yeniden bana döndü. Ellerini saçlarına geçirdi ve o an neredeyse titrediğini gördüm. "Duru..."
"Mehir?" dedim artık söylemesini isteyerek. Ne olacaksa olmalıydı. Korksam bile bu sonucu değiştirmeyecekti. Ve ben belki de artık sonucun değişmesini istemeye başlamıştım. Mutlu bir son mesela. Olamaz mıydı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Birlikte Atlayalım Gökyüzünden
Diversos-Akarsu terk eder mi toprağını? Toprak ihanet eder mi akarsuyuna?