✦ ikinci bölüm

394 63 49
                                    

aimer, fuyu no diamond

⏤ aimer, fuyu no diamond

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.




Yine yağmur yağıyor.
Son bir kaç gündür durmadan yağıyor.

Hafta sonunun son günü, yağmurlu bir pazar sabahı saat dokuzdu. Bugün kalın giyinmeye dikkat ettiğim için üşümüyordum. Dün üşümüştüm. Akşama kadar içeri her giren kişinin açtığı kapı ile soğuğu hissedince çok üşüdüm. Düne kıyasla yağmur daha fazla yağıyorken içeri girenlere açtıkları kapıyı kapatıp öyle girmelerini söylemeye karar verdim bugün.

Ekim ayındayız. Daha kışa bile girmeden ben soğuğu kapmıştım. Çok kolay üşürdüm zaten ve dün dikkat etmemiştim kendime. Üşümemek için bugün evdeki elektrikli ısıtıcıyı getirdim bakkala. Üzerimde geçen ay şehre indiğimizde aldığım kalın bir kazak ile eşofmanım vardı. Bu kadar üşümek için erken olsa da burnum akmaya başlamıştı bile. Yutkunduğumda boğazlarım acıyordu. Elektrikli ısıtıcı yerdeyken, ısısı bacaklarıma vuruyordu masanın altından. Üşümüyordum şimdi bu yüzden.

Babama dün gece söyledim üşüttüğümü. Bu yüzden bakkala bakamayacağımı söyledim. Hatta ısrar ettim. Evde kalıp hasta olmamak için kendime dikkat etmeliyim, okulum var dedim ama bugün işleri olduğunu söyledi. Ben de kabul ettim. Zaten sadece hafta sonu iki gün iniyorum bakkala, idare etmeliydim. Hem o bugün de gelecek gazetesini almaya. Onu görmek bana iyi geldiği için bunu düşünerek hasta olma konusunu erteledim.

Biz aynı sınıftaydık. Önceden sıra arkadaşıydık hatta. Demiştim ya, çocukluk arkadaşıyız. Samimiydik hep birbirimize karşı. Soobin de aramızdayken birlikte çok eğlenirdik. Kasabadaki herkes bilirdi dostluğumuzu. Çünkü yeni değil, yedi yaşından beri mahalle arkadaşıyız biz. Arkadaşıydık yani. Şimdi ben Soobin ileyim sadece. Aynı hissi vermese de elbette iyi anlaşıyoruz.

Bazen o, Soobin ile okulda ya da mahallede sohbet ediyor, onları görünce sadece iç çekiyorum. Eski günleri hatırlıyorum. Özlediğimi hissediyorum.

Evden getirdiğim kupama kahvemi doldurduğumda, sakız kutularını iterek yer açtığım masaya bıraktım. Kasanın arkasında oturuyorum yine. Elimdeki peçete ile burnumu silerken şeffaf camlara çarpan yağmur damlalarını izlemeye başladım. Yolun kenarında dizili olan evlerden birinde oturuyorduk. Alt katımızda bakkalımız vardı. Onun evi ise bizim evin yanında dizili olan evlerin biriydi. Bazen balkona çıktığımda görürdüm soluma bakarsam evlerini. Küçükken balkondan bağırarak konuşurduk birbirimizle. Bakkalın karşısında Soobin'in evi bulunuyordu. Onlar iki sene önce taşınmıştı bu kasabaya.

Kapının üstündeki zilden gelen ses ile irkildim. İçeri giren iki çocuğa çevirdim kafamı. Onlar tanıdıktı. "Hoşgeldiniz." dedim gülümsemeye çalışırken. Jeongin bana el salladığında içeri adımladı. Huening ise kapıyı kapatmadan bacağı ile açık tutarken, elindeki ıslak şemsiyesini açık bir şekilde kapının kenarına bırakıyordu. Uçma ihtimaline karşı şemsiyenin kolunu, cips raflarının arasına koyuyordu. Jeongin zıplayarak kasanın önündeki misket kutusuna sol elini daldırdığında, ona kaç kere söylememe rağmen yine kutudaki misketleri desenlerine göre seçmeye başladı. Oynadıktan sonra kaybedeceklerini bildiği halde özenle seçiyordu her gün. Çocuktu işte. İkisi de henüz on yaşındaydı.

"Beomgyu hyung, hasta mısın?" Bakışlarımı Jeongin'den çekerken bana soru soran Huening'e baktım. Islak şemsiyesini dışarı bırakmıştı. Mavi tulumunun içine kahverengi kazak giyerek dışarı çıkmıştı. Sevimli görünüyordu. "Üşüttüm biraz." Kaşlarım ile onun üzerindekileri işaret ettim. "Sen üşümüyor musun? İnce giyinmişsin." Gülümsedi. Kıvrılan dudakları ile birlikte heyecanla kazağının kollarını tutarak kafasını iki yana salladı. "Üşümüyorum. Annem ördü bu kazağı. Sıcacık tutuyor."

"Öyle mi? Çok yakışmış." Samimi bir gülümseme sundum ona. Bu kasabadaki çocukları seviyorum. Bu kasabaya dair sevmediğim tek bir şey bile yok. İnsanlar bilmiyor hiçbir şeyi. Bu yüzden beni hala seviyorlar kasabada. Korkuyorum ben de biri bir şey duyacak diye.

Gürültülü zilin sesi ile birlikte üçümüzün bakışları da kapıdan içeri giren bedene kaydığında, elimdeki peçete kıvrıldı parmaklarımın arasında. Şaşmazdı. Hafta sonları hep aynı saatte gelir o bakkala. Dokuz buçuk civarı içeri girer ve sessizce gazetesini alır gider. Kabanı ıslak yine ama bu sefer şemsiyesi var. Belki ona çıkarken yeniden şemsiyemi teklif edeceğimi düşünüp onunla muhatap olmamı istemediği için getirmiştir bilmiyorum. Çünkü evi uzak değil bakkala. Yürüme mesafesinde olduğu için dün şemsiye ile gelmemiştir diye düşünmüştüm. Ya da belki de bakkaldan çıkınca halledeceği işleri vardır.

Haklıydı. Elinde şemsiyesi olmasa ben utanmadan yine ona teklif ederdim şemsiyemi. Ve o da hala onu önemsediğimi görür ve benden uzak durmaya devam ederdi. Eğer duygularımı yok edebilirsem yeniden arkadaş olabileceğimizi söylemiş Soobin'e. Duygularım yok olmuş gibi davranamam. Bu koca bir yalan olur çünkü. Belki gerçekten ona olan duygularım zamanla kaybolursa, karşısına çıkacağım ve eskisi gibi arkadaş olmaya devam edebilir miyiz diye soracağım. Ama o günün hiçbir zaman gelmeyeceğini düşünüyorum.

Gazetesini almak için sol tarafa yürüdüğünde Huening de onun yanına doğru yürüdü. "Hyung." Seslerini duyabiliyorduk Jeongin ile. "Bir şey sorabilir miyim?" Muhtemelen olumlu anlamda kafasını sallamıştı Huening'e. Göremiyordum bedenini. Dizili olan raflar ikisinin de vücudunu gizliyordu. Merak ettim ne soracağını. Hala kasanın arkasındayken parmak uçlarımda yükselip onları görmeyi denedim ama olmadı. "Hyung, dün dışarıdayken yanındaki çocuk yeni arkadaşın mıydı?"

Huening'in kimden bahsettiğini bilemedim. Dün buraya gelirken ben kimseyi görememiştim yanında. Tabi sabahın erken saatiydi o vakit. "Gri saçlı çocuktan mı bahsediyorsun?"

Sorusu ile Huening onaylamıştı onu. Bahsedilen kişiyi ben görememiştim hiç. Bu yüzden neden bilmiyorum bozulan moralim ile oturdum yerime. Isıtıcı bacaklarıma fazla yakındı onu eğilip biraz iterken elimdeki peçetenin yanmamasına dikkat ettim. Moralimin bozulma sebebi, onun yeni arkadaş edinmesi miydi? Biz aramız iyiyken başka kimseye ihtiyaç duymazdık. Son zamanlarda ise Soobin ile konuşurdu ve sınıftan bir kaç kişiyle daha. Okul dışında mahalleden yine Soobin dışında komşusu Minlerin oğlu Serim ile görüşürdü. Şimdi de yeni bir arkadaş mı edinmişti? Benden uzaklaşıyor işte gün geçtikçe. Ve ben ne yapacağımı bilmiyorum.

Doğrulup yerime oturduğum vakit kasanın önüne bırakılan iki demir parayı fark ettim. Ne zaman bırakmıştı? Jeongin ve Huening ile konuşuyordu bakkalın içinde. O çıkmak üzereydi. Aklım tamamen dağılmışken gidişini izledim yine. Kasabada bahsedilen gri renkte saçı olan kimse yoktu ki? Yaşlı insanları saymıyorum, onlar hariç. Ama gençler arasında saçını boyatan olmazdı kasabada. Merakım dudaklarımı kemirmeme sebep vermişti.

"Beomgyu hyung, beş tane misket aldım. Deftere yazabilir misin? Annem hafta içi borçları ödeyeceğini söyledi."

Defteri aralarken "Peki." diyebildim sadece. Aklım tamamen uçmuştu. Berbat hissediyordum. Yarım saat önce masanın üzerine bıraktığım kahveyi unutmuşum bile, soğumuş. Çocuklar bakkaldan çıktığında etrafa çöken sessizlik ile başbaşayım yine. Gözlerimin dolmasına engel olamadım. Temiz bir peçete çıkarıp onu da sağ elimde tutarken, sol elimdeki peçete ile akan burnumu tekrar sildim. Sonra sağ elimi kaldırdım, gözyaşlarımı sildim.

Gözlerim en son üç gün önce yaş akıttı; onun Soobin'e ona karşı bir şey hissetmeyi bırakırsam eskisi gibi arkadaş olabileceğimizi söylediği gün.

Ama bakın, çok zaman geçmedi üzerinden. Geçer mi hiç?

angel 秋Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin