⏤ kodaline, all i want
Kantindeyiz.Okulun kantini pek büyük değil ama soğuk havalar esmeye başladığında bunun pek bir önemi olmuyor. Çünkü öğrenciler kış geldiğinde üşüdükleri için sınıflarındaki petek kaloriferin yanından ayrılmazlar. Henüz tam olarak kışa girmediğimiz için dondurucu bir hava hissetmiyoruz, bu yüzden kantinin kalabalığı her zamanki gibi.
Soobin ile zil çalınca kantine inip köşeli, uzun koltuğa oturmuştuk. Koltuğu kaptıktan sonra Soobin kalkmamamı söyleyip ilk sıradan ikimize birer karton bardakta sıcak kahve almıştı. Şimdi ellerimi ısıtan bu kahveyi yudumluyorken Soobin'i izliyorum. Az önce fizik sorusu sormak için yanına gelen sınıfımızdan iki kız ile ilgileniyorken ne kadar havalı durduğunun farkında değildi.
Avcumdaki peçetem ile burnumu sildim. Göğsümde birleştirdiğim kollarım ile koltuğun köşesine iyice sinmiştim. Uzanmak istesem de kızacaklarını bildiğim için zor tutuyorum kendimi. İyileşmezsem yarın okula gelmeye gücüm yetmez. Üşüyordum. Başımı arkaya doğru koltuğa uzatıp ensemi yasladım. Yumduğum gözlerim ile yine aynı konu üzerine düşünmeye başlamıştım. Çevremdeki insanların başarılı olduğunu görünce onlar adına sevinmek yeterli olmuyor. Dönüp kendime bakıyorum her seferinde.
Bu koca dünyada her insanın kendinde fark edemediği bir yeteneği, başarılı oldukları bir konu var mıydı? Gerçekten var mıydı? Ya da olmalı mıydı?
Bazı geceler bu soruyu düşünüp duruyorum ve uyuyamıyorum. Çünkü söylenen bu cümle gerçekten doğruysa eğer, ben kendimde fark edemediğim yeteneğimden hala habersizim demektir. Yok. İyi olduğum hiçbir konu yok... Yemin ediyorum yok. Çekirdek, orta gelirli bir ailenin tek çocuğuyum. Kendimi bildim bileli, on sekiz yıldır bu kasabada yaşıyorum. Önceden şehirde yaşayan ailem, ben doğduktan sonra annemin isteği ile kasabaya yerleşmişler. Şehir hayatından uzaklaşmak istemiş annem. Ve ayda sadece bir iki defa iniyoruz şehre.
Derslerim iyi değil. Hatta geçen sene neredeyse sınıfta kalıyordum. Yeonjun ve Soobin ile birlikte müdüre yaptığımız ısrar ile söz vermiştim, artık derslerime dikkat edeceğime. Sözümü tutabileceğimden emin değilim. Bilmiyorum... sınavlar da başlamadı daha. Ders çalışmaktan nefret ediyorum. Bu yüzden korkuyorum sınavlardan. Liseden mezun olmak benim için bir başarı olur desem abartmamış olurum... Ama sanırım Soobin'den beni ders çalıştırmasını isteyeceğim.
Sporla ilgilenmiyorum. Spora ilgim yok. Okuldayken boş derslerde bazen bahçeye ineriz ve futbol oynarız. Futboldan sıkılıp basketbol oynamaya başlarım ben hemen. Ama bu da uzun sürmez. Sınıfıma gidip oturduğum sıramda müzik dinlemeyi tercih ederim. Okul dışında bazen bir yere giderken yol uzun olsa bile yürürüm. Yürüyüş yapmış olurum. Ama yalan söylemeyeceğim. Bisikletimin tekerleği patladı, yürümek zorunda kaldığım için yürüyorum yani. Onu da isteksizce salına salına yapıyorum.
Hepsi bir yana, şimdi de hastayım. Hapşırıp duruyorum ve burnum silip durmaktan kızarmaya başladı. Tanrım... tam bir umutsuz vakayım.
"Yüzün bembeyaz, seni eve götürsem iyi olur. Kalk hadi," Gözlerimi aralayıp ona baktım. Ayağa kalkmıştı, kolumu tutup beni de kaldırmaya çalışıyordu. "Yaklaşma. Sana da bulaşır. Ben kendim gidebilirim." dediğimde Soobin bana bakıyordu hala. Emin değildi. Tek başıma gidebileceğimi düşünmüyordu. Ama uzak değildi evim buraya. Otobüse binersem on dakika sürmezdi evde olmam.
Soobin'i ikna edebildiğimde çantamı bana getirmek için sınıfa gitmişti. Hala kantinde onu bekliyordum. Uzayan saçlarım neredeyse görüş açımı kapatıyordu. Ama zaten gözlerim kapalıydı. Soobin'i oturduğum koltukta beklerken kantindeki kalabalığın sesi olmasa eğer kolaylıkla uyuyakalabilirdim.
İrkildiğimde araladım gözlerimi. Üzerimdeki ağırlık beni korkuttu. Bakışlarım direkt olarak üzerime bırakılan cekete kaydığında, kaşlarımı çattım. Tanıdık bir ceketti. Tanıdık bir kokusu vardı. Anlayamadım ilk üç saniye hiçbir şey. Ceketi üzerimden indirmeden önce kafamı kaldırıp karşımdaki masaya oturan ikiliye baktığımda, az önce çattığım kaşlarım, bu sefer şaşkınlıkla havalandı.
Yeonjun ve kuzeni Kang Taehyun oturuyordu karşımdaki masada. Karşı karşıya oturuyorlardı fakat görmek istediğim kişinin, Yeonjun'un sırtı bana doğru dönmüştü. Göremiyordum yüzünü. Yeonjun'un karşısında oturan kuzenini görebiliyordum. Hem de net bir şekilde. Üzerimdeki bakışlarını sorgulamayı ikinci plana attım. Çünkü asıl anlayamadığım, üzerime örttüğü ceketiydi.
Şuan üzerinde kısa kollu bir tişört ile duruyordu. Ceket ve tişörtü ile gelmişti bu sabah sınıfımıza. Ve cekete sinen koku da bu sabah kendini tanıtmak için yanımıza geldiğinde aldığım koku ile benzerdi, aynıydı. Onundu ceket. Kendi ceketini bu soğukta üzerinden çıkarıp benim üzerime örtmüştü.
Bunu garipsemem gerekmiyor muydu? Yeonjun'un kuzeni olduğu için arkadaşım sayılırdı. Ama kolları kısa bir tişört içinde varken bana ceketini vermesi gerçekten garipsenmeyecek bir şey miydi?
Yeonjun'un sesini duydum. "Ceketin nerede senin?"Yüzünü göremesem de kafası Taehyun'a dönmüştü. Ceketi bendeydi onun. Ceketi neden bendeydi? Şaşkınlığımı atlatamadım. Benim bakışlarım onun yüzündeyken, o Yeonjun'a bakarken hiçbir şey yapmamış gibi omuzlarını kaldırıp indirdiğini gördüm.
Sonra Yeonjun'a bakan gözlerini biraz sağ tarafa çevirdiğinde arkasında kalan benimle yeniden göz göze geldi.
Ve bu hareketi ile kafamdaki anlamsızlığı daha da büyüttü; bana göz kırptı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
angel 秋
Fanficsadece aşktan ve güvensizlikten ibarettik. güvensizlik kabardıkça kabarmış, aşk ise parçalanmıştı. yağmur bir daha yağmamak üzere durmuştu, dilek fenerlerimiz daha uçarken uzaklaşmıştı birbirinden. sözler tutulmadan unutulup gittiğinde, anılar kalmı...