— penny tai, the love you want
Soobin'in yanımdan ayrılmasının üzerinden neredeyse yarım saat geçmişti. Bekliyordum. Babama bakkala bakabileceğimi söyleyip onu eve gönderdikten sonra kasanın arkasında oturup öylece Taehyun'u bekliyordum. Yirmi dakika çoktan geçti. İçeri girip şemsiye satın alan birkaç kasabalı dışında bir hareketlilik olmadı bakkalda.Üzerimi bile değiştirmiştim. Asker yeşili bir ceketin içine siyah kazak, pantolon olarak da bu sefer dar siyah bir pantolon giymiştim. Normalde pek dar giymezdim ben. Rahat etmezdim. Ama bana yakıştığını düşünüyordum. Bu yüzden giymiştim bu sefer. Kilom normaldi. Bacaklarım çok ince olmadığı için dar pantolon üzerimde şık duruyordu. Bakkalın içinden çıkmayacağım için bot giymek yerine siyah bileğimin üstünde biten bir converse giyip heyecanla inmiştim aşağı.
Ama Kang Taehyun hala gelmemişti.
Oturduğum sandalyeden kalkarken bakkalın içine doğru yürüdüm. Şeffaf camlardan gördüğüm kadarıyla yağmur yağmaya devam ediyordu. Bakkalın kapısının biraz solunda duran raflardaki bisküvi paketlerini düzeltmeye başladım. Onu beklerken bir şeylerle oyalanmak iyi fikirdi.
Yanıma gelmesini çok istiyor olsam da o geldiğinde ne yapacağımı sahiden bilmiyordum. Belki o da bilmiyordu. Emin değildi. Benim düşüncelerimden haberdar olmadığı için gelmek istiyor olsa bile evden çıkmıyor olabilirdi. Çok fazla seçenek vardı. Kafam karışıktı. Ama emin olduğum tek şey, onu görmeye devam ettiğimde bu karışıklıkların son bulacağıydı.
Bisküvi raflarından uzaklaşıp bakkalın içindeki bizim evin merdivenine çıkan beyaz sürüngen kapıya yürüdüm. Merdiven boşluğundan soğukluk geliyordu. Kapıyı sola çekerek kaydırıp kapattım. Ağır olduğu için zorlanmıştım. Altı kaygan ayakkabım sanki ayaklarım yere değiyormuş hissi veriyordu bana. Tabanı hafif olduğu için ayaklarım biraz üşüyordu. Converselerin ortak sorunu bu olmalıydı. Ya da benim ayağımdakiler son model en pahalısından olmadığı için şikayet ediyordum.
Kuruyan saçlarımı elimle düzeltirken sırası bozulan ramen paketlerine doğru yürüdüm. Dizlerimi kırıp eğildim, raf biraz aşağıdaydı. Taehyun geldiğinde nasıl davranabilirim diye düşünüyordum. Onunla her zaman yaptığımız gibi konuşursam, ona gülümsersem eğer anlardı sinirlenmediğimi. Ya da nefret etmediğimi görürdü. Beni öptüğünde kendisinden nefret edeceğimi düşündüğünü söylemişti çünkü.
Dar boğazlı kazağımın içinde boynuma taktığım inci kolyem vardı ve boncukları boynuma kazağın darlığı sebebiyle rahatsızlık veriyordu. Ramenleri elimden bırakıp parmaklarımı boynumdan kazağın içine sokarak kolyemi çıkardım. Bu inci kolyemi çok seviyordum. Beyaz boncuklar dizili olan kolyenin ucunda gri renkte Satürn vardı. Satürn, yine beyaz incinin etrafındaki gri halkasının üzerinde dizili küçük nokta parlak taşlarıyla aşırı hoş bir görüntü veriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
angel 秋
Fanficsadece aşktan ve güvensizlikten ibarettik. güvensizlik kabardıkça kabarmış, aşk ise parçalanmıştı. yağmur bir daha yağmamak üzere durmuştu, dilek fenerlerimiz daha uçarken uzaklaşmıştı birbirinden. sözler tutulmadan unutulup gittiğinde, anılar kalmı...