Her zamanki saatinde işten çıkan Esin, okuldan Ali’yi alıp döndü evine.
Birlikte yemek yediler önce. Sonra hızla ödevlerine göz attı Ali’nin. Bir iki küçük boyama ödevi... Zevkle yapardı Ali bunları... Ödevinde pekâlâ yalnız bırakabilirdi onu. O halde çanta hazırlamak iyi fikir sayılır diye düşündü Esin.
Yarınki ders programına baktılar birlikte. Güzelce hazırladılar Ali’nin çantasını...
Kuaföre gidemeyecekti, ojelerini tazeleyemeyecekti, makyajını da kendi yapmak zorunda kalacaktı ama “Ziyanı yok” diye düşündü Esin. Aceleyle duş alıp giyindi. Üstünkörü toparladı saçlarını. Gelişigüzel de bir makyaj yapıp parfümünü sıktı. Eski ojelerle gidecekti artık. Özensiz göründüğünün farkındaydı ama önemli olan yemekte hazır bulunmaktı ne de olsa. Ne önemi vardı bakımlı ve özenmiş görünmenin?
Neyse ki eşi de annesiyle birlikte vakitli dönmüştü eve. Sofrayı hazırlayamadığı için çok mahcup hissetti kendini Esin.
“Evde yemek var” dedi. “Dilediğiniz zaman oturup yiyin keyifle...”
“Bu hafta yok musun yani şimdi sen?” diye sordu kayınvalidesi. “Ne işiymiş bu böyle?”
“Yoğun bir hafta olacak anneciğim. Ali’yi okula götürüp getirmen çok makbule geçecek... Sonra yine eski düzenimize döneriz biz...”
“En azından kahvaltımızı yapmış olacağız, döndüğümüzde de yemeğimiz olur” diye kinayeli bir tavırla eşi söze girince gerildi Esin.
“Sanki ben yapmıyorum” dedi Esin, kırgın. “Aşkolsun...”
“Neyse boş ver... İşine bak sen...”
“Çıkıyorum o halde” dedi Esin ama Ali’nin mızmızlanması geçmiyordu bir türlü.
Üstelik tuhaf şeyler anlatmaya başlamıştı annesine giderayak gözyaşları içinde.
Akşamları sesler duyuyormuş, bir arkadaşı onu sürekli dövüyormuş, yazı yazarken parmakları çok ağrıyormuş, ayakları yürüyemeyecek kadar acıyormuş...
Esin hem çok gerilmiş hem de çok korkmuştu Ali’nin bu halinden.
“İlgi çekmeye çalışıyor” dedi eşi. “Çocukla pek ilgilenmediğin için...”
“Oğlumla her zaman ilgileniyorum ben” diye çıkıştı ama bugün müdürü aramayı bile unuttuğu aklına gelince perişan hissetti. Suçluluk duygusu öfke yaratmıştı onda.
“Ben senin kadar rahat değilim” dedi. Ali’yi hazırlayıp doktora götürecekti.
“Gerek yok kızım, şımarıklık yapıyor sadece” diyordu kayınvalidesi de ama ok yaydan çıkmıştı bir kere... Esin’in sakinleşmesi mümkün değildi. Oğlunun bu tuhaf hali kaygılandırıyordu onu. Üstelik bunda kendi payının büyük olduğunu düşündükçe iyice üzülüyor, kızıyordu.
Müdürünü arayıp akşamki yemeğe katılamayacağını söylemek zorunda kaldı.
“Sana bu sabah özellikle sordum Esin. Uygun olur musun, yoksa başka birine mi devredelim dedim. Yapamayacaksan başkası ilgilenebilirdi. Sen inşaat gezilerine katılırdın sadece olur biterdi. Yemeğe yarım saat var ve sen gelemiyorum diyorsun, bravo... Sana güvendiğim için ben de başka program yapmıştım. Çok uzaktayım. Yetişmem mümkün değil...”
“Haklısınız” dedi Esin, gözyaşlarını tutamıyordu. “Oğlum iyi değil...
Yürüyemiyorum diyor. Ne yapacağımı şaşırdım. Bunları hesaplayamazdım ki...”
“Esra’yı ara. Arabayı da ona ver. Hazırlanıp gitsin hemen...”
“Merak etmeyin. Sizi zor durumda bırakmam. Ali’yi babası götürür doktora.
Hemen çıkıyorum ben...”
Ali’yi evde bırakıp doğruca restorana gitti Esin. Aklı fikri evdeydi tabii. On dakikada bir arayıp ne yaptıklarını soruyordu. Tam da eşinin söylediği gibiymiş aslında. Ali sadece annesinin ilgisini çekmek için kendince ufak tefek yalanlar söylüyormuş. Ne parmakları ağrıyor ne de ayakları acıyor.
Yine de içi rahat değildi Esin’in. Yemeği kısa kesip döndü eve. Oğlunun yanında uyudu gece, telefonu açık...
Yabancı misafirlerin geceyi çok da keyifli ve verimli geçirmedikleri ertesi gün şirkette konuşulacaktı muhakkak. Bu işi bir başına Esin’in sorumluluğunda bırakmazdı müdürü... Başka bir çözüm yolu bulacaktı elbette...
“Sayın Evet” Nerede Yanlış Yapıyor?
Önceliklerini doğru sıralayamadığı için neyi yapıp neyi yapamayacağını da doğru seçemiyordu Esin. Ayrıca üzerindeki stres ve baskı da giderek psikolojik sıkıntılara yol açıyordu. Yorgun, tükenmiş, karmaşık ve öfkeli hissediyordu kendini.
Sınırlar doğru belirlenmediğinde aşılmaları da güç olmuyor yazık ki. Kişi nereye kadar evet nereye kadar hayır sınırlarıyla çevrili olduğunu saptamadığı sürece, çaresizlik, çözümsüzlük ve sıkışmışlık içinde bulacaktır kendini.
“Artık ne yapacağımı şaşırdım. Öyle yapsam olmuyor, böyle yapsam olmuyor.
Kimse hâlâ memnun değil... Peki ya ne yapayım ben, öleyim mi?”
Hayır diyemeyenlerin eninde sonunda varacağı bir tutumdur bu.
Dört bir yandan kuşatılmışlık, çaresizlik ve çözümsüzlük hali...
Elde var sıfır...
Onca emek, onca hoş görü, tolerans, kimseyi kırmamak için kabul edilen görevler, alttan alınan konular, hoş görülen sıkıntılar nedense hiçbir işe yaramamış olacaktır. Huzurlu ve mutlu olmak için gösterilen tolerans, beklendiği gibi mutlu bir sona ulaşamamıştır.
Çünkü hiç kimse, başkaları uğruna sınırlarını feda ederek, sağlıklı ve kalitesi yüksek bir yaşam satın alamaz.
Esin, işten kaçıyor gibi görünmekten korktuğu için altından kalkmakta çok zorlanacağı bir işe hiç de mecbur olmadığı halde evet diyerek hem işi zor durumda bıraktı hem de işi “beceremeyen” bir çalışan algısı oluşturdu müdürünün gözünde, durduk yere...
Oysa sadece “Hayır bu programı kabul edemem. Benim açımdan çok yorucu olur. Verimli de olamam” demesi kâfiydi.
Öncelikler ve sağlıklı sınırlar dengeleri korumak adına çok değerli... Korkular, kaygılar ve endişeler yüzünden sınırları ihlale açık tutmak, aslında korku, kaygı ve endişe duyulan her konunun oluşumuna zemin hazırlıyor.
Özgüven ve irade, varlık ve benlik sınırlarının korunması, sağlıklı bir insan psikolojisi ve kaliteli bir yaşamın sürekliliği açısından üzerinde çalışılması gereken iki değerli faktör...
Yapacaklarınızı da yapamayacaklarınızı da doğru belirleyin.
Yapmak istediklerinizin de istemediklerinizin de farkında olun.
Niyetiniz sadece hayır demek olsun, karşınızdakini alt etmek, bozmak, ona haddini bildirmek değil...
Unutmayın ki kimse size “yapmadığınız” için kırılmaz, “Yaparım!” dediğiniz şeyleri yapamadığınızda kırılırlar.
Her şeye evet dediğinizde dünyanın en sevecen insanı olmazsınız. En yorgun ve stresli insanı olursunuz sadece ki kimse yorgun ve stresli insanların hayatında uzun zaman kalmaz.
Hayır demek, hiç istemediğiniz halde evet demenizden çok daha dürüstçe bir karşılıktır ki dürüst insanları herkes sever.
1. Çok sevdiğiniz bir arkadaşınız var. Hatta belki birlikte büyüdünüz.
Kardeşinizden yakın hissediyorsunuz onu. Ne var ki bir gün işleri ters gitti.
Gelip kapınızı çaldı. Sizden borç istiyor. Ne zaman ödeyebileceği hakkında bir fikri yok. Çünkü hayatı allak bullak olmuş. Önünü göremiyor. Yardımınıza ihtiyacı var. Belli ki sizden başka çalacak kapısı da yok... İstediği para, bankanızdaki birikmişinizin yarıdan fazlası neredeyse... Ona borç verirseniz hayatı boyunca size minnettar kalacağını söylüyor. Durumu düzeltir düzeltmez borcunu ödeyeceğinin sözünü veriyor. Oysa sizin de onca parayı biriktirmenizin bir amacı vardı. O yıl bir araba alacaktınız artık. Yıllardır işe toplu taşıtla gidip gelmekten helak olmuştunuz. Sonunda kendi arabanızla işe gidip gelecek, hafta sonları canınızın çektiği yere sevdiklerinizle arabanıza atlayıp küçük tatil kaçamakları yapacaktınız. O kadar çalışıp biriktirmişsiniz, üstelik cefasını da çekmişsiniz. Emeklerinizin karşılığında birikiminizin keyfini sürecektiniz. Araba sahibi olmakla birlikte sosyal hayatınıza tat gelecekti. Ancak arkadaşınızın yaşadığı sıkıntıyı da görmezden gelemiyorsunuz. İki arada bir derede sıkışmış hissediyorsunuz. Bu durumda vereceğiniz karar ne olurdu?
a. Hiç düşünmeden arkadaşımın istediği kadar parayı bankadan çeker ona veririm.
b. Hesabımda onun işine yarayacak kadar param olmadığını söyler, başkasından borç arayacağımın sözünü vererek konudan uzaklaşırdım. Sonra da kimseden borç bulamadığımı söyleyip çok üzüldüğümü ifade ederdim.
c. Düşünmek için bana biraz zaman vermesini isterdim.
d. Ona borç veremeyeceğimi açıklardım. Birikimimin bir amacı olduğunu söylerdim.
2. Yoğun bir hafta geçirdiniz. İşiniz zaten yeterince yorucu... Hafta sonu tatilini iple çektiniz. Üstelik zaten iki gün boyunca ayaklarınızı uzatıp yatamayacaksınız. Cumartesi gününü evinize ya da kişisel işlerinize ayırdınız.
Belki biraz alışveriş, belki kişisel bakımınız, belki ailenizle küçücük de olsa kaliteli vakit geçirmeyi tercih ettiniz. Ama pazar gününüz tamamen size ait.
Kimse o gün ne yapacağınıza karar veremez. Hem çok yorgunsunuz zaten. Bu bir güne öyle çok ihtiyacınız var ki, telefonunuz çalsın bile istemiyorsunuz.
Hatta en iyisi “Telefonumu sessize alayım ki kimseyle konuşarak vakit kaybetmeyeyim, nasılsa ara sıra mesajlara bakarım” dediniz, öyle de yaptınız.
Ama bir müdürünüz var ki sizi çok seviyor. Birlikte vakit geçirmeye bayılıyor.
Pazar günü sizi açık havada keyifli bir yemeğe davet ediyor. Üstelik de sevdiğiniz insanlar bir arada olacak. Belki on defa aramış sizi... Telefon sessizde olduğu için duymadınız. Üzerine mesajlar atmaya başlamış. Israr üzerine ısrar...
Dinlenmeden koskoca bir iş haftası daha geçirecek gücünüz olmadığını hissediyorsunuz. Müdürünüzün bu ısrarına da kızıyorsunuz içten içe.
Düşüncesizlik ediyor aslında. Topu topu bir gününüz var zaten kendinize ayırdığınız. Diğer yandan müdürünüzle aranız bozulsun da istemiyorsunuz. Ne de olsa işyerinizde huzurlusunuz. Şimdi durup dururken müdürü geri çevirip bozmak doğru olmaz diye düşünüyorsunuz. O davete katılırsanız gergin, yorgun ve mutsuz olacağınızı hissettiğiniz halde davetin müdürden geliyor olması kafanızı karıştırıyor. Bu durumda kararınız ne olurdu?
a. Müdürümü geri çevirmez, davetini hemen kabul ederdim. Ne de olsa iş hayatımdaki huzurumu müdürümle çok iyi anlaşıyor olmama borçluyum.
b. Davete katılamayacağımı söylemek için hemen çağrılarına geri dönerdim.
Bir akrabamın çok ağır hasta olduğu ve ailece onu ziyarete gitmemiz gerektiği yalanını söylerdim. Haftaya mutlaka geleceğimi ama şimdilik çok üzgün olduğumu ifade ederdim.
c. Daveti için çok teşekkür ederdim. Gelip gelmeyeceğim konusunda emin olamadığımı, evdeki işlerimin gidişatına göre olumlu ya da olumsuz ona geri döneceğimi söyleyip telefonu kapardım.
d. Çok yorucu bir hafta geçirdiğimi söyler, bu pazar gününü kesinlikle kendime ayırdığımı, dinlenmeye çok ihtiyacım olduğunu belirtir, göstereceği anlayışa teşekkür ederim.
3. Çok özel bir yemeğe katıldınız. Ne zamandır bu yemek davetini bekliyordunuz zaten. Belki eşinizle yıllar sonra baş başa kalacaksınız, belki ilgisini çok arzuladığınız kişiyle özel saatler geçiriyor olacaksınız. Ne olursa olsun kusursuz bir yemek hayaliyle gittiniz restorana. Sorun çıksın istemiyorsunuz. Gecenin mükemmel insanı olmaya kararlısınız. Tek gayeniz karşınızdakine huzur vermek... Tatlı sohbetinizle, yaşadığınız ve yaşattığınız keyifle aslında ne kadar vazgeçilmez, yeri doldurulamaz, özel bir insan olduğunuzu göstermek istiyorsunuz. Karşınızdaki insanda “Ben keyifli, olumlu, sorunsuz, şahane bir insanım” hissi yaratmayı arzuluyorsunuz. Belki kendinize bile bunu göstermek istiyorsunuz aslında. Öyle stresli günler gelip geçmiş ki hep sıkıntılı, sorunlu hissetmişsiniz. Bu halinizden sıkılmışsınız. Huzur veren bir insan olduğunuzu kendinize bile kanıtlama ihtiyacınız doğmuş. Dolayısıyla bu yemek her açıdan çok kıymetli sizin için... Mönüden bir yemek seçip sipariş ettiniz. Keyfiniz yerinde. Çok geçmeden söylediğiniz yemekler geldi. Her şey nefis görünüyor. Karşınızdaki insan yemeğe bayıldı. Sizinle olmaktan dolayı zaten çok mutlu... Fakat bir sorun var. Bu yemek tereyağı kokuyor ve siz tereyağlı bir yemek yiyemezsiniz. Kokusu midenizi bulandırıyor. Ne kadar aç da olsanız bu işkenceyi çekemezsiniz. Yemeği geri gönderip yenisini istemek geçiyor aklınızdan ama bu kez yine gecenin sıkıntılı, sorunlu, huysuz insanı siz olacaksınız. Huzur vermeyi arzularken, masayı gereksiz yere strese sokacaksınız. Garson kaprisinizi küçümseyecek içten içe... Karşınızdaki insanın da aslında hiç de sorunsuz biri olmadığınızı, keyifsizin teki olduğunuzu düşünecek endişesine kapıldınız. Ne kadar sevmeseniz de iki üç kaşık da olsa yemek daha doğru geliyor size. Bu durumda kararınız ne olurdu?
a. Yemeğin kokusunu duymamaya çalışır, üstelik çok da keyif alıyor gibi iştahla yerim.
b. Önden bir iki kadeh içmek istediğimi, yemeğimi birazdan yiyeceğimi, hatta bu yemeğe bayıldığımı söylerim. Küçük bir yalana başvuruyor olsam da en azından yemek konusunun probleme dönüşmesine izin vermem. Gecenin huzurlu insanı olmaya devam ederim.
c. Yemeğin kokusuyla ilgili problemim olduğunu, ancak bunun sorun olmayacağını söylerim. Tabağın önümde durmaya devam etmesini isterim. Yiyip yememeye sonra karar veririm.
d. Kim hakkımda ne düşünürse düşünsün kötü kokan bir yemeği yiyemeyeceğimi söyler, garsondan servisimi değiştirmesini rica ederim.
4. Ailenizi de akrabalarınızı da çok seviyorsunuz. Sıcacık, yakın ilişkileriniz var her biriyle... Yıllardır bütün sohbetlerde adını işittiğiniz, hakkında çok güzel sözler söylendiğine şahit olduğunuz bir de kuzeniniz varmış ama yurtdışında doğup büyüdüğü için bir araya gelmek hiç kısmet olmamış. Nihayet akrabalarıyla buluşmaya geliyor ve siz de herkesin çok sevdiği, gurur duyduğu bu tatlı insanı tanımak istiyorsunuz. Atlayıp gittiniz. Gerçekten de mükemmel bir kuzen çıktı karşınıza. Komik, şakacı, alçakgönüllü, bonkör, tatlı dilli biri...
Kimseyi de unutmamış, herkese büyük küçük hediyeler getirmiş. Akrabalarıyla tanıştığı için çok mutlu olduğunu söylüyor. Bundan sonra sık sık bir araya gelmeyi teklif ediyor. Kesinlikle onunla her zaman görüşebileceğinizi düşünüyorsunuz. Ne var ki kuzen biraz yakın seviyor insanları... Bazen saçlarınıza dokunuyor, belinize sarılıyor, durup dururken yanağınıza bir öpücük konduruveriyor, istemsizce de olsa elinin kolunun özel bölgelerinize değdiğini hissediyorsunuz ve sanki bu sizi rahatsız ediyor. Bu kadar el kol şakaları yapmasa ve dokunarak sevmese daha iyi olacak gibi... “En azından bu yakın temasın bir sınırı olsa keşke” diye düşünüyorsunuz. Ama öylesine içten, medeni, iyi niyetli, tertemiz biri ki, size dokunmamasını söylediğinizde ona hakaret etmiş gibi olacaksınız kaygısına kapılıyorsunuz. Hem kimse onun bu çocukça, coşkulu ve sıcacık temasından rahatsız olmazken sizin yapacağınız küçücük bir uyarı bu güzelim aile ortamında soğuk rüzgârlar estirebilir. Herkesin keyfi kaçabilir.
Kuzeniniz çok üzülebilir. Akrabalarınız sizi dışlayabilir, belki bir daha bir araya gelmek istemeyebilirler bile. Sizin fazla tepkili hatta art niyetli olduğunuzu düşünebilirler. “Sen kuzenine mesafeli olmasını nasıl söylersin, aklından neler geçiyor senin, bu ne saygısızlık!” diyebilirler, değil mi? Sanki ortada bir ahlaksızlık ya da art niyet varmış da siz dayanamayıp bunu ifade etmek zorunda kalmışsınız gibi... Ancak samimiyetiniz arttıkça kuzeninizin insanları dokunarak ve şakalaşarak sevmesi giderek antipatik bir hal almaya başlıyor sizin açınızdan... Bu durumda kararınız ne olurdu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayır Diyebilme Sanatı
Non-FictionMüthiş Psikoloji tarafından yazılmıştır Gerçekten "özgür" müsünüz? Dilediğiniz zaman dilediğiniz yemeği yiyebiliyor olmak mıdır sizce özgürlük? Toplumsal hiçbir baskı hissetmeden içinizden geldiği gibi giyinebiliyor olmak mı yoksa? Canınızın istediğ...