Birilerine hayır dediğinizde onları kaybetmekten korkuyor musunuz?
Dışlanacağınızı, onları kızdıracağınızı mı düşünüyorsunuz?
Bu yüzden en zor teklifler bile sizin açınızdan reddedilemez hale mi geliyor?
Sizden bir şey talep edildiğinde kaygılanmaya mı başlıyorsunuz?
İçinizi bir sıkıntı mı kaplıyor?
Kendinizi daha fazla köşeye sıkışmış hissetmemek için bir yerde evet demek zorunda mı hissediyorsunuz?
O halde endişeleriniz, hayatınızı yönetiyor demektir. Aldığınız kararlar, gösterdiğiniz tutum ve davranışlarda özgün iradenizin çok daha sahnede yer almadığı söylenebilir. Olası olumsuz sonuçların hayaliyle istemediğiniz zor durumlar içinde kendinizi bırakmayı göze almanız, üzerinde durup etraflıca düşünmeniz ve bu yolda yapıcı olumlu adımlar atmanız gereken çok önemli bir sorun.
Korku ve kaygı birbirine çok benzer gibi görünse de aslında ayrılırlar.
Korku somut nedenlerle tetiklenir.
Mesela üzerinize doğru hızla gelen arabadan korkarsınız ya da sizi ısıracağından emin olduğunuz dişleri dışarıda hırlayan köpekten de korkarsınız.
Korku duygusu, somut nedenlerle, gerçekten belirgin ya da en azından kavranabilir durumlar oluştuğunda yaşanan stres deneyimidir.
Kaygıda ise durum farklıdır. Korkuda olduğu gibi somut nedenlerden yoksunuzdur, bilinmeyenden ve belirsizlikten kaynaklanır kaygı.
Nedenlerin yokluğu ve belirsizliği kaygıyı daha besler. Korku ve kaygılar, ailelerden ya da toplumsal ve sosyal çevrelerden emanet alınan duygulardır.
Alışkanlıklarımızın değişeceği düşüncesi, arzu ettiğimiz nesne ya da durumdan kopacağımız ihtimalinin kökleri çocuklukta öğrenildiği gibi sonradan da ortaya çıkabilir. Belirsizlikler her zaman kaygı verir.
Kaygıyı ötelemek, görünmeyenle yüzleşmekten kaçınmak için hayır demekten kaçınırken kendimizi yakalamamız an meselesi... Belirsizlik ve büyük değişimler karşısında hayır deme yönünde bir içsel direnç belirdiğinde evet demeye yenilmektense ortaya çıkacak sonuçlarla yüzleşmek adına hızlı bir şekilde karaya adım atmak gerekir.
Büyük değişimler yapmak zorunda kaldığımızda kendimizi fırtınalı bir denizin ortasında kalmış gibi hissederiz. Gökyüzü karanlıktır, yağmur görüş mesafesini düşürmüştür ve deniz fenerini göremiyoruzdur. Oysa bu durumu yaratan sadece zihnimizdir. Karanlığı yaratan, görüş mesafesini düşüren şeylerse korkularımız ve kaygılarımızdır. Zihnimizdeki fırtına belirdiğinde içimizdeki evet diyen güçlü sese yenik düşmemiz çok daha kolay olur. Bilinmeyenin ormanına dalmaktansa tanıdık sularda yüzmenin rehavetine kapılırız. Oysa yapmamız gereken tek şey fırtınanın sahteliğini görmek ve sakince karaya ulaşmak için harekete geçmektir.
Çünkü bekleyişin getirdiği kaygı denizinde çalkalanmak hepimiz için yorucudur hatta ortaya çıkabilecek sonuçlarla mücadele etmekten çok daha yorucu...
Zihninizdeki fırtınadan nasıl kurtulursunuz?
Otomatik düşünce nasıl oluşur?
Zihindeki fırtınalardan kurtulmanın ilk adımı otomatik düşüncelerden uzaklaşmaktır.
İçinde bulunduğunuz durumu bir gözlemci olarak izlemeye çalışın. Sizde uyanan duygu ne? Korku mu? Kaygı mı? Atalet mi? İsteksizlik mi? Önce duygunuzu keşfedin.
Duygular bir neden değil bir sonuçtur. Bu duyguyu uyandıran temel sebepler aslında sizin geliştirdiğiniz, inandığınız ya da saplanıp kaldığınız birtakım düşüncelerdir. Duygunuzu bulduktan sonra bir adım geriye gidin ve buna sebep olan düşünceyi bulmaya çalışın.
“Korkuyorum ve korkum aslında rezil olacağımı düşünmememden kaynaklanıyor” ya da “Kaygılıyım çünkü evet demezsem dışlanacağımı düşünüyorum” şeklinde duygu ve düşünce zinciriniz arasındaki bağlantıları bulmak sizi asıl çalışmanız gereken noktaya taşır.
Bilişsel davranışçı terapinin merkezinde olan otomatik düşüncede temel soru şudur: Aklınızdan ne geçiyor?
Örneğin sabah ofisinize geldiniz ve iş arkadaşınıza günaydın dediniz ancak size yanıt vermedi. Aklınızdan ne geçer?
Sizi duymadı.
Sizi duydu ama cevap vermedi.
Bu iki ihtimal üzerinden duygu ve tepkiler geliştirmeye başlarsınız. Yanına gidip kızgın bir şekilde “Neden bana cevap vermedin?” diye sorabilir ya da sakince “Sana günaydın dedim ama sanırım duymadın” diyebilirsiniz.
Doğru düşünmeyi öğrenmek mümkündür. Doğru düşünceyle hareket ettiğinizde sınırlarınızı da koruyabilirsiniz çünkü.
Sizi hayır demekten alıkoyan durumlarla savaşmada en etkili silahlardan biri doğru düşünmedir. Sizi korku, kaygı, onay, beğenilme gibi durumlara iten otomatik düşüncelerinizi keşfedip yerine doğru düşünceleri koymalısınız.
Antik Yunan’a dayanan ve düşünceyi merkezine alan bu yaklaşımda otomatik düşüncüleri oluşturan üç ana şemadan bahsedilebilir.
Basit şemalar: Ruhsallığımız üzerinde etkisi olmayan günlük bilgiler düzeyindedir. Örneğin “Yağmur yağdığında bir yere gir” ya da “Alkollüyken araba kullanma” gibi kurallar boyutundadır denebilir.
Ara İnanç ve Varsayımlar: “Eğer” ve “O zaman” ile başlayan koşullu kurallardır. Örneğin “Eğer insanların istediklerini yapmazsam terk edilirim” ya da “Kabul edilmem için kimseyi üzmemeliyim” koşullu kuralları gibi.
Çekirdek İnançlar: Kişinin içdünyası ve çevresi arasındaki varsayımlardır.
Geçmiş yaşantı ve deneyimlere dayanırlar. “Ben aptalım...” “Ben değersizim...”
“Ben yetersizim...” gibi varsayımlar örnek verilebilir.
Şimdi sınırların ihlali konusunda otomatik bir düşünce nasıl gelişir onu görelim:
Sevilmiyorum: Çekirdek inanç Benden isteneni yapmazsam kimse beni sevmez: Ara inanç Kimseye asla hayır dememeliyim: Otomatik düşünce Bu örnekten yola çıkarak kendi otomatik düşüncelerinizi, ara inançlarınızı ve çekirdek inançlarınızı bulabilirsiniz.
Düşüncelerinizin kaynağı sizin geçmişinizde, çocukluğunuzda, kötü deneyim ve travmalarınızda köklenmiştir. Çoğu zaman kendine zararlı şeyleri besin kaynağı olarak seçiyor olabilir ve zaten sizde olumsuz duyguları yaratan şeyler de bunlardır.
Bu kökleri fark etmek, sorunun şu anda değil geçmişinizden getirdiklerinizde olduğunu fark etmek ya da gelecekle ilgili yersiz senaryolar yazdığınızı görmek zihindeki fırtınanın dinginleşip, görüşünüzün berraklaşmasına yardımcı olacaktır.
Diyelim ki giderek karmaşıklaşan bir ilişkinin içindesiniz. Sonunun nereye varacağını kestiremiyorsunuz, her an her şey olabilir. Hangi sonuca hazırsınız, hangisine değilsiniz, emin olamıyorsunuz.
İlişkinizin geleceğini merak ediyorsunuz.
Belki de artık iyice yüz göz oldunuz. Bir şeyler yolunda gitmiyor. Ayrılmayı düşünüyorsunuz içten içe ama bu kararı alırken temkinlisiniz. Çünkü içinizde fırtınalar kopuyor.
Ayrıldığınızda neler olabileceğini tahayyül etmeye çalışıyorsunuz kendinizce.
Sevgilimizden ayrıldığınızda yaşayacağınız yoksunluk ya da artık sevilmeme duygusuna odaklanıyorsunuz çoğunlukla.
O artık hayatınızda olmadığında ne yapacaksınız? Kötü bile olsa onda özlediğiniz şeyler olur mu? Üstelik onda olmasını çok sevdiğiniz nitelikleri bir başkasında bulamayacak olma ihtimali içinizi kemiriyor. Her ne kadar ilişkinin içinde kendinizi mutsuz hissediyorsanız da onun yokluğunun çok daha büyük bir yoksunluk yaşatabileceği endişesine kapılıyorsunuz. Ya mutsuz bir ilişkiden çok daha can yakıcı ve sarsıcı bir sürece sürüklerse sizi vereceğiniz ayrılık kararı ne yapacaksınız?
Evet...
Bütün bunların gerçekleşmesi ihtimali var.
Tahminlerinizde hiç de yanılmıyor olabilirsiniz.
Ancak çok daha önemli bir konu var ki, eğer siz bu gerçekleşmesi mümkün korkularınızı ve kaygılarınızı yönetemezseniz, bedensel ve ruhsal olarak tahrip olmaya başlayacaksınız.
İyice sınırları dağılmış bir ilişkiye hayır dediğinizde üzerinize çöken kaygı bulutlarını uzaklaştırırsanız, gerçek manada sonuçla yüzleşirsiniz.
Olasılıklar, gerçeklerden her zaman daha yorucu ve daha yıpratıcıdır.
Zor gibi görünen kararlar, bir şekilde verildikten sonra olumlu ya da olumsuz bir sürece de girilse rahatlık hissi verir.
Olasılığı yüklenmek, gerçekle yüzleşmekten çok daha güç ve zorlayıcı bir tercih.
Çoğu kişi, zor bile olsa kendini olasılıkların baskısından ve tehdidinden kurtararak zorlayıcı bile olsa bir karar verip uyguladığında kendini hafiflemiş ve özgür hisseder. Çünkü daha önce de dediğimiz gibi kaygıyı ve gerginliği yaratan etken, bilinmezliklerdir.
İhtimallerin insan üzerinde kurduğu hâkimiyet stres, kaygı ve anksiyete yaratır.
Sis perdesi iyi veya kötü bir şekilde ortadan kalktığında gerçek duygular ayrışmaya başlar.
Gerçeklik en fazla somut bir korku yaşatırken, kaygılar ihtimallerin endişesiyle insanı yıpratır, köşeye sıkıştırır.
Özgürce gerçeklerle yüzleşmek ve bunun sonucuna katlanmak, bir olasılığın ya da bir belirsizliğin baskısıyla psikolojik sorunlar yaşamaktan daha zor değil...
Pek çok seçenek karşısında karar vermek keşke yazıldığı kadar kolay olsa ancak nihayetinde insanız.
Hayatın kesin kuralları yok. Ancak kendi kişiliğimizin sınırları kadar sağlıklı, huzurlu ve hayatla barışık yaşamamız mümkün. Neye hayır neye evet diyeceğinizin kararını verebilme becerisi olgunluk gerektirir.
Peki insan ne zaman olgunlaşır?
Açıkçası bunun bir saati ya da yaşı yok.
Çünkü kişiliğin inşası hayat boyu anbean devam eden bir süreç...
Her gün, hatta her an kişiliğimizi yeniden ve yeniden inşa ediyoruz.
İşte bu yüzden deneyimler çok değerli...
Denemekten de denenmişi masaya yatırıp dersini almaktan da kaçmamak, korkmamak lazım...
Hayat ancak yaşandıkça, tecrübe edildikçe öğrenilir. Kaçarak ve saklanarak değil.
Olgunluk da deneyime açık olmak, denenmişten verimli sonuçlar çıkarabilmektir işte. Özgür bir yaşamın zenginliklerini keşfetmenin mucizesine tanıklık etmek istiyorsanız hayat yolunu kendi seçimlerinizle yürümeniz gerekir.
Kimlerle arkadaşlık kuracağınıza, kimleri özel hayatınıza alacağınıza, nasıl bir işte çalışacağınıza, fikirlerinizi özgürce nasıl ifade edebileceğinize, hedeflerinize, yaşam tarzınıza, ideolojilerinize hepsine kendiniz karar verirsiniz.
Bunu düşünmek endişe verici olabilir ama denemek korkutucu olamaz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayır Diyebilme Sanatı
Non-FictionMüthiş Psikoloji tarafından yazılmıştır Gerçekten "özgür" müsünüz? Dilediğiniz zaman dilediğiniz yemeği yiyebiliyor olmak mıdır sizce özgürlük? Toplumsal hiçbir baskı hissetmeden içinizden geldiği gibi giyinebiliyor olmak mı yoksa? Canınızın istediğ...