yanlış işlemler yapıp duracaksınız demektir.
Dünyaya gelen her bebeğin tertemiz bir duygusal sistemi vardır. Bebekler “iyi” ya da “kötü” değildir. Saf halde ve özgürdür sadece... Zamanla emeklemeye ve adım atmaya başlar. İçinde yaşadığı dünyayı keşfetmeye ve öğrenmeye hazırlanır. Meraklı doğası bu keşif yolculuğuna çıktıktan sonra etrafını birtakım kurallar ve yaptırımlar sarmaya başlar. Aslında yeterince özgür olmadığıyla yüzleşir. Etrafında bir itiraz mekanizması gelişir. Üstelik bu mekanizmanın, konfor alanıyla ve güvenlik sistemiyle ne kadar da ilgili olduğunu öğrenir. Etrafındakileri taklit ederek, direktiflerini dinleyerek nasıl davranması gerektiğini, neyi yapıp yapmaması lazım geldiğini, nelerden uzak durması gerektiğini öğrenir.
Bazı davranışları kabul görmez ve sürekli hayır sesi işitmeye başlar:
“Hayır, oraya gitme!”
“Hayır, onları ellemek yok!”
“Hayır, yemekten önce meyve olmaz!”
“Hayır, başkasına vuramazsın!”
“Hayır, oyun bitti, uyku zamanı!”
“Hayır, oyuncaklarını kıramazsın!”
“Hayır, kaşık öyle tutulmaz!”
“Hayır, bunu söylemek çok ayıp!”
“Hayır, kablolara dokunamazsın!”
“Hayır, bıçağı sana veremem!”
“Hayır, kapıyı açıp çıkamazsın!”
Kabul... Bu cümleler çoğunlukla çocuğu tehlikelerden korumaya yönelik...
Ne var ki çocuk büyüdükçe işittiği hayırlar farklı anlamlar ve işlevler de yüklenmeye başlar. Böylece seçim yapma ihtiyacı doğar.
Bazı insanlardan güven ve sevgi beklediği için seçimleri değişir, bazılarından korktuğu ve çekindiği için seçimlerini gözden geçirir.
Bazı davranışlarının, tutumlarının ve sözlerinin başkalarında çeşitli duygular yarattığını keşfeder, ihtiyaç duyduğu duygulara göre bir davranış ya da tutum seçiminde bulunur.
Hangi davranışının nerede ne işe yarayacağını, hangi davranışının nerede ne işe yaramayacağını görmeye başlamıştır.
Artık etrafındakilerin yüzüne bakar ve hepsinde bir şeyler arar.
“Annemin sözünü dinlersem bana aferin der.”
“Sofrayı kaldırmaya yardım edersem beni alkışlarlar.”
“Ağlarsam çok kızarlar ama dediğimi yaparlar.”
“Oyuncağımı fırlatırsam dikkatlerini çekerim.”
“Ödevlerimi yaparsam ödüllendirilirim.”
Çocuk giderek birtakım paternlerin (davranış kalıplarının) boyunduruğu altına girer ve bebekliğindeki gibi doğasına göre değil, etrafına göre tutum ve davranışlarını değiştirir. Yani dışarıyı yönetmek için içerideki seçimleriyle oynar.
Büyüdükçe işler daha da sarpa sarar.
Okul, toplum, sosyal çevre derken paternlerin baskısı da artar.
“Okulda bu bölümü seçersem annem daha mutlu olur.”
“Bilgisayarı kapatıp yatağa girmezsem babam delirir.”
“Yemek masasına oturmazsam kavga çıkar.”
“Yaz okuluna gitmek istemediğimi söylersem aile birbirine girer.”
“Arkadaşlarımla tatile çıkmak istediğimi söylersem, harçlığımı keserler.”
Genç bir birey olarak, etrafına göre yaşamayı, etrafına göre şekillenmeyi, birtakım kültürel ve toplumsal kalıplarla yaşamaya alışmak zorunda olduğunu öğrenir. Bütün bunlar arasında sağlıklı bir denge kurmaya çalışır. Bunca kalıp karşısında kendi varlık ve benlik sınırlarını korumanın bir yolunu bulma çabasına ya girer ya da girmez.
Artık bir yetişkin olduğunda varlık ve benlik sınırlarına duyduğu ihtiyaç daha da artar. Yapacağı ya da yapmayacağı her seçimin bütün bir hayatına mal olabileceğini bilir. Ancak çocukluğundan beri kişisel sınırları tanınmamış, özel alanına saygı gösterilmemiş, kaybetme ve reddedilme korkularına yenilerek kendini ortaya koyamamış, sorunlardan kaçınmaya çalışıp her talebi kendine görev edinmiş, fedakârlığı bedeninin bir refleksine dönüştürmüş hangi birey, hayır demeyi becerebilir ki? Neyi neden seçip seçmeyeceğine nasıl karar verebilir? Kendini ne kadar tanıyordur ki ne istediğinden ya da istemediğinden emin olabilsin?
“Babamın hayallerini yıkmamak için onun istediği mesleği seçtim.”
“Anneme hayır diyemediğim için bu evliliği yaptım.”
“Yalnız kalmaktan korktuğum için her dediğine evet dedim.”
“Reddederse rezil olurum diye düşünüp istediğim şeyi söyleyemedim. Onun istediğini kabul ettim.”
“Hayır diyemediğim için istemediğim şekilde sevişiyoruz...”
“Hayır diyemediğim için çok korktuğum halde motosiklete bindim.”
“Üzülmesin diye istediği alışverişi yaptım.”
“Kızar diye korktuğum için film bitmeden sinemadan çıktım.”
Böylece hayat, dört bir yandan kuşatılmış bir hal alır işte.
“Onu dersem üzülür mü?”
“Bunu yaparsam onu kaybeder miyim?”
“Hayır dersem gider mi?”
“Kabul etmezsem beni sevmekten vazgeçer mi?”
Bütün bu korkular ve kaygılar, davranışlara da seçimlere de yön vermeye başlar. Kişinin bunca anksiyete arasında kaybolması elbette an meselesi. Büyük bir kaygılar silsilesi içinde bireyin kendi varlık ve benlik sınırlarının farkında olması, ne istediğini ve ne istemediğini bilmesi, yapacaklarının ve yapmayacaklarının ayrımına varması aslında ne kadar mühim değil mi?
Dışarıya şekil vermek için içerideki şekli bozmanın bedeli ağırdır.
Kendimizi özgürce ifade edebilme ve kendimiz olabilme becerimizi karanlığa hapsettiğimizde, yaşamın fazlasıyla uzağına düşeriz.
“Ben” demek egoyla barışmaktır ki insan ne kadar “ben” diyebiliyorsa yaşam içinde o kadar görülür ve fark edilir.
Bencillikle benlik bilincine sahip olmak aynı şey değildir elbette.
Bencil insan “Ben mantı yemek istiyorum, o halde hep beraber mantıcıya gidiyoruz” der.
Benlik bilincine sahip bir insansa “Ben mantı yemek istiyorum, siz ne yemek istiyorsanız onu yiyin. O zaman mutfağı zengin bir yere gidelim” der.
Ayrıca varlık ve benlik sınırlarını korumak, başkalarını mutlu etmekten kaçınmak gerektiği anlamına gelmez.
İkisi arasındaki ince çizginin farkında olmak çok önemli...
Sevgilinizi mutlu etmek için ona sürpriz bir hediye almanızla, hiç istemediğiniz halde onunla istemediğiniz şekilde sevişmek zorunda kalmanız aynı şey olabilir mi? Sevgiliniz mutlu olsun diye ilişkiye girmeye razı olmanız kişisel sınırınızın ihlal edilmesi demek değil midir?
Gönlünüzden geldiği için sokak hayvanlarına maaşınızı yatırmanızla, terk edilmekten korktuğunuz için birine yüklü miktarda borç vermeyi kabul etmeniz aynı şey olabilir mi?
“Uyumlu ol...”
“Kalp kırma...”
“Kimseyi geri çevirme...”
“İyilik yap...”
“Eşinin sözünden çıkma...”
“Kibar davran...”
“Evet de...”
“Zarif ol...”
“Sorun çıkarma...”
“Boş yere kimseyi üzme.”
“Yapabiliyorsan yap...”
Bütün bunlar çocukluktan itibaren dikte ettirilen davranış kalıplarıdır çoğunlukla.
Oysa her biri farklı karakterlerde farklı tezahür eden ve farklı sonuçlara yol açan davranış şekilleri.
Zarafet herkesin her dediğini yapmak mıdır?
Kibarlık istemediğiniz halde ister görünüp kabul göstermek midir?
Reddetmek birini üzmek midir?
İstemediğiniz bir şeyi yapmaktan imtina etmek kalp kırmak mıdır?
Bir şeyi yapmamayı seçmek, sorun çıkarmak mıdır?
Her talebe karşılık vermemek uyumsuzluk mudur?
Bütün bunların üzerinde etraflıca durup düşünmenizde fayda var elbette
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayır Diyebilme Sanatı
Phi Hư CấuMüthiş Psikoloji tarafından yazılmıştır Gerçekten "özgür" müsünüz? Dilediğiniz zaman dilediğiniz yemeği yiyebiliyor olmak mıdır sizce özgürlük? Toplumsal hiçbir baskı hissetmeden içinizden geldiği gibi giyinebiliyor olmak mı yoksa? Canınızın istediğ...