BÖLÜM 2: HAYIR DİYEMEYENLER KULÜBÜ

147 3 0
                                    

“Bu hayatın yarısı çok hızlı evet demekle, diğer yarısı da zamanında hayır diyememekle geçiyor.”
Josh Billings Aristoteles, insan yaşamının mülklerini üç sınıfa ayırır:
1. Bir kimsenin ne olduğu (kişiliği) 2. Bir kimsenin neye sahip olduğu (malı mülkü) 3. Bir kimsenin neyi temsil ettiği (başkalarının düşüncesinde nasıl bir imaja sahip olduğu) Mutluluk-mutsuzluk, hayattan hoşnut olma çabası nefes aldığımız sürece sorguladığımız kavramlardır ki bu kavramları dış dünyamızda olup bitenler üzerinden sorgular ve anlamlandırmaya çalışırız. Dış dünyada olanlarsa bizim içdünyamızdaki olayları ve durumları değerlendirmemizle bir cevap bulur. Yani aslında olaylar dışarıda “olur” ama biz içimizde onlara birtakım anlamlar yükleriz ve kendimizce cevaplandırmış oluruz. Bir anlamda dışarıda olanlar içimize yansır ve hayatta peşine düştüğümüz soruları yanıtlamamız için gereken kapıları açarlar.
Jung’un dediği gibi de özetleyebiliriz aslında: “Yaşamımızdaki dışsal olayların tümü rastlantıdır. Bana her zaman böyle olmuştur. Bu, kaderin bir marifeti. Yalnız içimdekilerin bir niteliği ve kalıcı bir değeri oldu. Sonuçta dışsal olayların tümü silikleşti. Belki de zaten dış olaylar o kadar da önemli değillerdi ya da içsel gelişmemin aşamalarıyla örtüştükleri oranda önemliydiler...”
Jung’un ifade ettiği gibi yalnızca içsel deneyimlerle bir şeyleri inşa edebiliriz.
Dışarıda olan biten her şey zaten yok olacaktır. Bu kıymetli bakış açısı hayattan neyi almanız gerektiği konusunda da bizlere sunulan bir sihir gibidir adeta.
Stoacı filozof Epiktetos, yüzlerce yıl öncesinden Jung’un ruhuna dokundu ve o kendi felsefesinde bu durumu şöyle özetledi: “İnsanları mutsuz eden şey olanlar değil, o olanlara yol açan prensiplerdir.” Prensiplerimiz ve paradigmalar bir anlamda yaşam yazılımlarımızın bir parçası gibidir. Bir bilgisayar programının çalışma amacı bellidir. Word programında bir şeyler yazarsınız, video oynatıcı sadece görüntüleri izlemeniz için vardır. İnsanlar da içsel prensipleri doğrultusunda kendi eylemlerini gerçekleştirirler. Yazılım dediğimiz şey karakterimizse, prensiplerimiz bizim programlarımızın çalışmasını sağlayan komutlardır.
“Bizim elimizde olan tek şey, verilmiş olan kişiliği olabildiğince yararlı bir biçimde kullanmamız, yani sadece ona uygun çabalara girişmemiz ve o kişiliğe tam uygun bir eğitim türünü almaya çalışmamızdır; ayrıca başka türlerden kaçınmamız, yani bu kişiliğe uygun konumu, uğraşıyı ve yaşam biçimini seçmemizdir” der Schopenhauer, Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar adlı eserinde.
Hayır demek hayata karşı güçlü bir duruş sergilemektir.
Zaman zaman hayır demek zor olabilir. Seçim yapmak gerektiğinde pek çok motivasyonla verilir kararlar. Seçim bir terazinin iki kefesi arasında gider gelir.
Sonuçların çoğunlukla lehte olması arzulanır. Ancak bazen durum kontrol edilemez bir noktaya varır ve seçimler asla kişinin kendi adına yapılmış olmaz.
Zihninizin bir radyoya benzediğini hayal edin, zaman zaman keyifle dinlediğiniz şarkının arasına karışan cızırtılar duyarsınız. Araya karışan bu cızırtılar başka yaşamların sizin frekansınızı kontrol etmeye yönelik davranış ve tutumları olabilir. İçten içe bu sesi kısmaya çalışırsınız ama bu kez de araya bambaşka sesler karışır. İşler kontrolden çıkarsa başka insanların sevdiği ama sizin dinlemekten hiç de keyif almadığınız şarkıları dinleyerek zaman geçirmek zorunda kalabilirsiniz.
Zihninizi esir alan düşünceler yaşamınızdaki hayırları çalar.
Hayır diyememenin hayata büyük yan etkileri vardır. Bu büyük yan etkiler hemen kendini hissettirmese de bir süre geçtikten sonra omuzlarınıza binebilir.
Evet demek önceleri size kendinizi iyi hissettirebilir ancak ya evet dediğiniz şey aslında yapamayacağınız bir şeyse ne olacak?
Tabii ki içsel dengeler de sosyal dengeler de bozulacak hatta muhtemelen bir süre sonra işler içinden çıkılamaz bir hal alacak.
Nasıl mı?
Öncelikle hayır diyememenin yan etkileri üzerinde duralım.
Hayır diyememenin yan etkileri nelerdir?
1. İstemediğiniz şeyleri yaparak zaman kaybedersiniz.
2. Enerjiniz gereksiz alanlarda tükenmeye başlar.
3. Özsaygınızı yitirmeye başlarsınız.
4. Kendi elinizle kişisel sınırlarınızı ihlal edersiniz ki bu uzun vadede benlik sorununa bile dönüşür.
5. İletişim beceriniz körelir.
6. Kaygılı bir duygu-durumuna hapsolursunuz.
7. Gerçek bir yaşamdan uzaklaşırsınız.
8. Kendinizle kurduğunuz samimiyet sarsılır ve kendinize yabancılaşırsınız.
Bu tıpkı ağrınızı geçirmek için aldığınız ilacın bünyenizde yarattığı olumsuz etkilere yenik düşmeniz gibidir aslında.
Önemsiz Hayır Yoktur “Çay sevmiyorum ama olsun. Bir tane alabilirim” demek uyumlu bir insan olduğunuz algısını destekler. Kabul...
Ne içeceği konusunda bile sorun çıkarmayan biri olarak yormayan, zorlamayan biri olarak sempati dahi yaratabilirsiniz.
“Ne tatlı bir insan bu” diye bile düşünebilirler hakkınızda.
Ancak olmadığınız biri gibi göründüğünüzün kendiniz bile farkında değilsinizdir o anda.
Bazen çay içen, bazen çay içmeyen biri olarak zaman içinde iletişim halinde olduğunuz ortamda flulaşmaya, giderek görünmez olmaya başlarsınız.
Garip değil mi?
Sadece “Hayır ben çay içmem” demediğiniz için bile olduğunuz halinizi ortaya koyamayarak, varlık ve benlik sınırlarınızı silikleştirerek bir süre sonra görünmeze dönüşürsünüz.
Peki, varlık ve benlik sınırlarınız silikleşmeye başladığında iş nereye varır?
Fikirleriniz önemini yitirir, düşüncelerinizi kabul ettirmek için vereceğiniz mücadele artar, ikna etme beceriniz düşer, güven vermediğiniz düşüncesiyle kendinizi sorgulamaya başlarsınız, kim olduğunuz hakkında içsel yüzleşmelerle çatışmak zorunda kalırsınız.
Neyi nasıl tercih edip etmediğiniz hakkında kendinize karşı bile net bir varlık koyamazsınız ortaya.
Dünyanın en basit sorusu gibi görünse de aslında gayet mühim bir seçim yöneltiyorum şu an size:
“Yumurtayı nasıl seversiniz?”
Çok mu basit?
Güzel...
O halde cevabınıza gelelim.
“Rafadan yerim.”
“Omlet isterim.”
“Kayısı kıvamında tercih ederim.”
“Fark etmez...”
“Fark etmez” cevabı hayır diyemeyenlerin yedek cümlesidir.
Ne kadar çok kullanırsanız, o kadar yabancılaşmaya başlarsınız kendinize. Bir süre sonra bırakın ne istediğinizi söyleyip ne istemediğinizi açıklamayı, evde kahvaltı hazırlarken bile “Fark etmez. Öyle de yerim, böyle de...” sonucuna varırsınız ki bu varlık ve benlik sınırlarınızın artık iyice silikleşmeye başlamış olduğunun bir göstergesidir ve aslında acıklı bir sonuçtur.
Yumurtayı aslında nasıl sevdiğinizin bile farkında değilsiniz...
“Öyle de olur, böyle de, fark etmez...” cevabını sadece yumurta seçerken vermediğinizi, hayatınızın her alanında bu yaklaşıma sahip olduğunuzu hayal edin bakalım bir de.
“İstediğim ilişki bu değil ama fark etmez. Hiç yoktan iyidir.”
“Evet dediğim bir işte çalışmıyorum, evet demek zorunda kaldığım işi yapıyorum ama fark etmez...”
“Borç vermek istemiyordum ama nasılsa borcunu öder. Şimdilik parasız kaldım ama fark etmez. İdare ederim.”
“Bana istemediğim sözlerle hitap etti ama sonuçta niyeti kötü değildi.
Hakkımda yanlış bir fikre sahip ama fark etmez.”
“Eve erken dönmek istediğimi söyleyebilseydim keşke. Çok uykusuz kaldım ama fark etmez.”
“Bu filme gitmek istemediğimi söyleyemedim ve üç saat can sıkıntısından öldüm. Hayır diyebilirdim ama fark etmez. Altı üstü bir film işte...”
“Birbirimiz için doğru insanlar olmadığımızı hissediyordum ama teklifine hayır diyemedim. Şimdi mutsuzum ve köşeye sıkışmış hissediyorum ama fark etmez... Nasılsa o beni seviyor.”
Bu liste böylece uzar gider ve çok daha acıklı hallere hatta belki geri dönüşü olmayan sonuçlara bile ulaşır.

Hayır Diyebilme Sanatı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin