Hayır demek istiyorsan belki deme.”
Paulo Coelho Kendi hayatınızın dümenini elinizde tutabilmek hayır diyebilmekten geçer.
Hayır diyemeyenlerin rotasını başkaları çizer.
Hayır diyememenin temelinde birtakım korkular yatar:
Sevilmeme korkusu Kaybetme korkusu Reddedilme korkusu Hayır demekten korkanların zihninde çoğunlukla şu kaygılar oluşur:
Hayır dersem beni sevmeye devam ederler mi?
Nasıl hayır diyeceğim?
Hayır demek beni bencil biri mi yapar?
Ya birini üzersem ya da kaybedersem?
Benden sürekli bir şeyler isteyen birine ne demeliyim?
İnsanların benden sevgi, zaman, para, yardım taleplerini her zaman yerine mi getirmeliyim? Hayır dersem kötü bir insan mı olurum?
Bu sorular seçim yaptığımız noktada bir yerimizden bizi yakalar. Suçluluk, vicdan azabı, korku, kaygı, üzüntü, tepkisizlik, pişmanlık gibi pek çok duygunun esaretine gireriz. Durumlarla ve tecrübelerimizle edindiğimiz birtakım yanlış örüntülere saplanıp kalmış olabiliriz. Bu yanlış örüntüler algı düzeneklerimizi oluştururlar ve dünyaya yeni algı biçimimizle bakmaya başlarız.
Tıpkı güneş gözlüğü takmak gibi... Güneş gözlüğünüz gözünüzdeyken dünya sizin için artık başka bir renktedir.
Algı düzeneklerine kısaca “paradigma” diyebiliriz. Paradigma Yunanca “paradeigma” kelimesinden gelir. Bireyin iç ve dış dünyasını (kendisini ve etrafını) yorumlama, algılama ve bilme süreçleriyle ilgili tüm etkenlerin yarattığı örgütlü ve dinamik düşünsel sistem olarak tanımlanabilir. Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı isimli kitapta Stephen Covey paradigma değişiminin önemini özellikle vurgular ve ekler:
“Hayatımızda nispeten önemsiz değişiklikler yapmak istiyorsak, dikkatimizi uygun bir biçimde tutum ve davranışlarımıza verebiliriz. Ancak çok önemli, büyük bir değişiklik yapmak istiyorsak, o zaman temel paradigmalarımız üzerinde çalışmamız gerekir. Thoreau’nun dediği gibi: ‘Kötülüğün yapraklarını kesen her bin kişiye karşılık, ancak bir kişi köküne saldırır.’ Biz de yaşantımızda çok önemli değişiklikler yapmak istiyorsak, o zaman tutum ve davranışlarımızın yapraklarını kesmekten vazgeçerek kökler üzerinde, yani, tutum ve davranışlarımızın kaynağı olan paradigmalar üzerinde çalışmalıyız.”
Pek çok karakter özelliğimizi henüz çocukken ediniriz. Sert anne baba tutumları altında büyüyen çocuklar kendilerini onlara sevdirmek için yaşadıkları kırılgan duyguları yetişkinlik dönemine de taşır. Ailesi tarafından terk edileceği korkusunu sürekli içinde taşıyan bir çocuğun ileriki yaşlarda deneyimleyeceği her türlü ilişkide bu çocukluk korkusunun yansımalarını yaşaması muhtemeldir.
Çünkü temelde en büyük ihtiyacı olan anne baba bakımı ve sevgisinden kopmak, uzaklaşmak, hayattaki en büyük travmalardan biridir...
Aileler uyguladığı çeşitli kurallarla çocuklarını büyütürken çeşitli yöntemler kullanır. Küçük bir çocukken ısrarla dondurma yeme isteğimize itiraz edildiğinde ya gözümüz korkutulur ya da cezalandırılırız. Tüm bu uygulamalar ve itirazlar çocuk zihnimizde karışıklığa yol açar. Aslında özellikle ergenlikte bir kendini kanıtlama göstergesi olan hayır deme ihtiyacı sevgi kaybı ve suçlulukla birbirine girer. “Eğer bunu yapmazsam annem bana kızar” ya da “Eğer öyle davranmazsam bir daha sevilmem” veya “Yalnız kalmamak için asla itiraz etmemeliyim” cümleleri artık her zaman elinizin altında bulundurduğunuz şablonlar haline gelir. Ve siz bundan sonra yaşadığınız her deneyim ve iletişimi bu şablonlar üzerinden çözmeye, okumaya başlarsınız.
Hayır dediğinizde “Kötü şeyler olur, birileri beni terk eder, yalnız bırakılırım” kaygısına saplanıp kaldıysanız elinizdeki hesap makinesiyle hayatınız boyunca yanlış işlemler yapıp duracaksınız demektir.
![](https://img.wattpad.com/cover/335571016-288-k421209.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayır Diyebilme Sanatı
No FicciónMüthiş Psikoloji tarafından yazılmıştır Gerçekten "özgür" müsünüz? Dilediğiniz zaman dilediğiniz yemeği yiyebiliyor olmak mıdır sizce özgürlük? Toplumsal hiçbir baskı hissetmeden içinizden geldiği gibi giyinebiliyor olmak mı yoksa? Canınızın istediğ...