Günaydın Sabahın altısında bu neyin telefonu?
Uyanmasına 45 dakika daha vardı oysa... “Keşke telefonumu kapatsaydım” diye düşündü açarken...
Ne kadar da saçma buldu bu fikrini sonra. Hayatının hangi döneminde telefonunu kapatıp uyuyabilmişti ki?
Şehir dışındaki öğrencilik hayatı boyunca evhamlı anne babasının içi rahat etsin diye günün her anı, gecenin her vakti ulaşılabilir olmak zorunda kalmıştı hep. Şimdi evliydi, koskocaman kadındı, hatta artık kendisi ebeveyn olmuş, yedi yaşında bir afacana annelik ediyordu ama telefon kapatıp yatmak da neymiş?
Annesi de babası da oldukça yaşlı ve hastaydılar. Bu kez kendi yüreği ağzında uyuyordu her gece. “Ya onlara bir şey olur da aradıklarında bana ulaşamazlarsa?” kaygısı yüzünden yirmi dört saat boyunca hiç kapanmayan bir cep telefonuyla yaşıyordu işte. Bu fırsatı değerlendirenler de çıkacaktı tabii ki...
Ofis arkadaşı Esra gibi mesela...
“Ne oldu Esra sabahın bu saatinde hayırdır?”
“İşe giderken bugün beni de alsana evden Esin. Sende şirket arabası var ne de olsa... Yolda kardeşime uğramam gerekiyor. Eşine aldığım doğum günü hediyesini değiştireceğim. Ayakkabılar enişteye olmamış da...”
“İyi de ben sabahları oğlumu bırakıyorum okula. Ayrıca bugün müdürü de görmem gerek. Beş dakika için bile olsa uğrayın demişti. Hem bana ne eniştene aldığın ayakkabılardan? Dün eve dönerken bir zahmet alsaydın değiştireceğin hediyeyi... Bunun için beni hem uykumdan ediyorsun, hem sanki benim bir düzenim ya da planım yokmuş gibi emrivaki yapıyorsun, üstelik uygun olup olmadığımı bile sormuyorsun. Şirket arabam var diye bütün ofise servis hizmeti veremem ya. Arabaya en çok ihtiyacı olan personel olduğum için tahsis edildi bu araç bana. Milletin işini gücünü halledeyim diye değil...” diyemedi tabii ki...
Biraz kekeler gibi oldu önce. “Yani ben aslında bu sabah, Ali’yi okula bırakıp oradan... Ama ne bileyim... Hem daha saat çok erken...”
“Yolumuzun üstü zaten. Vakit kaybetmeyeceğiz. Kardeşim aşağı inip verecek paketi. Ben de erken aradım ki doğru organize olabilelim diye...”
“Tamam tamam...” dedi Esin. “Evden çıktığımda çaldırırım seni, ona göre çıkarsın kapıya...”
Bu nasıl işgüzarlık böyle? İnsanlar ne kadar da düşüncesiz, anlayışsız... Hatta bencil... Ayıp bu ama ayıptan anlayan kim?... Herkes işi görülene kadar dost işte...
Sabah sabah sinirleri öyle bozulmuştu ki, telefonu komodine sertçe vurup yattı yine.
“Yavaş olsana Esin” dedi eşi uykulu ama tavırlı bir sesle... “İnsan uyuyor burada...”
Karşılık vermedi Esin... Kırk dakikası daha vardı uyumak için. Kimse uğruna feda etmeyecekti. Ne kadar kızgın da olsa gözlerini kapadığı an, dalıverdi hemen.
Kulaklarında patlayan öfkeli bir sesle sıçrayıp kalktı sonra.
“Uyan artık! Bu nasıl sorumsuzluk!”
Eşi telaşla fırlamıştı yataktan. Aceleyle banyoya koşturup sinirle çarptı kapıyı.
Küçük Ali de gürültüden korkmuş, heyecan içinde dalmıştı yatak odasına.
“Hay Allah!” dedi Esin telefonun saatine bakarken. “Uyuyakalmışım.”
Esra’nın telefonuyla uyandığında alarmı kapatmış olmalıydı farkında olmadan.
“Nasıl yaptım ben bu aptallığı... Alarmı kapatmışım resmen, el alışkanlığı işte... Hay ben kafama...”
Esra da aramaya başlamıştı işte. Çoktan çıkmaları gerekiyordu aslında.
“Bu sabah kahvaltı hazırlayamayacağım, herkes giyinsin beş dakika içinde fırlıyoruz” dedi Esin. “Sana da okuldan poğaça ve süt alırız Ali olur mu?”
Ali’nin canına minnet... Zaten hiç sevmiyor sabah kahvaltılarını...
“Olur” dedi. “Meyveli süt alırım ben...”
Ne var ki Esin’in eşi bu kadar toleranslı değil...
“Ofiste kahvaltı yapmaya vaktim yok benim” diye seslendi banyodan. “Erken saatte toplantım var. Adamlar yurtdışından geliyor. Bekletemem kimseyi. Aç açına geçiremem bütün sabahı...”
“Peki” dedi Esin. “Sonuçta ailemizi geçindiren sensin...”
Eşinin filtre kahvesini, rafadan yumurtasını, kızarmış ekmeklerini ve en sevdiği kahvaltılıklarını hızlıca hazır edip Ali’yi kaptığı gibi çıktı evden.
Müdürle görüşeceği vakti çoktan kaybetmişti kahvaltı hazırlarken. Esra da “Nerede kaldın?” diye üst üste çaldırıp duruyordu zaten. Sabah sabah canı burnundaydı Esin’in. Eğer bir daha çaldırırsa telefonu açıp ağzına geleni söyleyecekti ama sustu neyse ki.
“Ödevlerim yine evde kalmış!” diye telaşlanmaz mı Ali? “Öğretmen kızacak yine bana. Hep senin yüzünden, yardım etmiyorsun bana. Hiç yardım etmiyorsun...”
“Eyvahlar olsun!” dedi. “Ödevler mi yok yine?”
Ali, üzgün ve ağlamaklıydı.
“Üzülme bir tanem, ben öğretmenini arayıp konuşacağım. Sen ödevlerini yaptın sonuçta...”
“Yaptım ama nerede, yok işte yok!”
Esra aramaya başlamıştı işte yine. İyice geriliyordu Esin.
“Ödevlerin senin sorumluluğunda ama Ali...”
“Yaptım ki zaten ödevimi... Ama çanta hazırlamak ikimizin göreviymiş öğretmen öyle dedi. Ertesi gün hangi ders varsa annenizle birlikte akşamdan çantanızı hazırlayın dedi. Sen yardım etmiyorsun ki!”
“Ben öğrenciyken bütün işimi kendim yapıyordum. Çantamı da önlüklerimi de kendim hazırlıyordum Ali. Biraz sorumluluk alacaksın ama sen de. Öyle parka gelir gibi gelinmez okula.”
“İyi ama ben daha önce hiç öğrenci olmadım ki, ne bileyim? Yardım etsen ne olur ki sanki?”
Bu kez Esin çok üzgün hissetti kendini. Küçücük bir çocuktan fazla sorumluluk beklediğini fark etti. Ali’nin ilgiye ve yardıma ihtiyacı vardı tabii ki... Sürece annesiyle birlikte alışmaya hakkı vardı. Onu çok yalnız bıraktığı için kızdı kendine.
“Haklısın bir tanem” dedi. “Söz veriyorum bir daha olmayacak.”
Ali’yi okula bırakıp koşar adım arabaya geri döndü Esin. Müdürü gün içinde arayıp durumu izah ederdi nasıl olsa. Varsın ilgisiz bir anne olduğunu düşünsünler. Yapacak hiçbir şey yoktu şu an.
Yirmi dakika gecikmeyle de olsa Esra’yı aldı evinden.
“Geç kalma diye sabahın altısında aradım seni aşkolsun” dedi Esra yüzü beş karış... “Kardeşim de ağaç oldu dışarıda...”
“Uyuyakalmışım işte. Yapacak bir şey yok...”
“Her sabah hep böyle misiniz siz? Çok zor işiniz... Evde çocuk var, koca var.
Onlara da yazık... Ne işe ne okula yetişebilirler...”
“Her sabah böyle değiliz merak etme. Bugün işler karıştı biraz. Uykum bölününce toparlayamadım.”
“Allah’tan altına araba çekmiş şirket yoksa elin ayağın birbirine dolanacak senin. Bize araba vermiyorlar şirketten tabii. Biz her zaman her koşulda hep zamanında yetişiriz her şeye çünkü...”
Esra’nın cüreti iyice canını sıkıyordu Esin’in. Sayesinde güne büyük bir kargaşayla başlamışlardı ama üzerine alındığı yoktu hiçbir şeyi... “Haddini aşmak buna denir!” diye düşündü Esin. “Yüz verirsen böyle olur işte...”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayır Diyebilme Sanatı
Non-FictionMüthiş Psikoloji tarafından yazılmıştır Gerçekten "özgür" müsünüz? Dilediğiniz zaman dilediğiniz yemeği yiyebiliyor olmak mıdır sizce özgürlük? Toplumsal hiçbir baskı hissetmeden içinizden geldiği gibi giyinebiliyor olmak mı yoksa? Canınızın istediğ...