-26-

145 13 16
                                    

beyaz ışık... atsumu'nun hatırladığı en son şey ve aynı zamanda gözlerini açtığında gördüğü ilk şeydi. başucunda birinin durduğunu fark edince hemen kafasını çevirdi, bu başına keskin bir sızının saplanmasına sebep olmuştu ama kalbine saplananın yanında bir hiçti. yanındakinin osamu olmadığını fark etmişti çünkü. anılar ışık hızıyla beynine nüfuz ederken gözleri hararetle kardeşini arıyordu. başucunda olanın o olması gerekirdi. hep böyle olmamış mıydı? her düştüğünde yanında olan hep osamu değil miydi? şimdi yine gelip atsumu'ya bir sorun olmadığını söylemesi gerekiyordu.

"kendini zorlama, her zorladığında bilincini tekrar kaybediyorsun. lütfen uzanmaya devam et." shoyo'nun uzun süredir orada olduğu her hâlinden belliydi, mümkün olduğunca sakin bir tonla konuşsa da sanki atsumu birazdan yuvadan atlayacak minik ve kırılgan bir kuşmuş gibi tedirgin bir hâldeydi. tabii atsumu yine onu dinlemedi. o an shoyo'nun dedikleri umrunda bile değildi.

"'samu?" hızla ayağa kalktı atsumu, bu gözlerinin kararmasına sebep olsa da umrunda olmamıştı. üstündeki hastane kıyafetleri de, kollarındaki serumlar da, çıplak ayakları da... telaşla ona gelen shoyo'yu umursamadan odanın çıkışına ilerlemeye başladı. "'samu nerede? neden bizi aynı odaya koymadınız? endişelenmiştir şimdi uyanmamı beklerken." aklını kaybetmiş gibi bomboş bakan gözleri shoyo'yu inanılmaz bir paniğe sürüklemişti, ağzında bir şeyler gevelemeye çalıştıysa da beceremedi konuşmayı. yapabileceği en mantıklı şey bir doktor ve atsumu'nun ailesini çağırmaktı.

atsumu ayakta zor durmasına rağmen inatla çevredeki tüm odalara bakındı. birçok kişiyi rahatsız etmiş olsa da normal bir durumda olmadığı her hâlinden belliydi. arkasından giden shoyo, herkesten tek tek özür dilemek zorunda kalmıştı. sonunda atsumu'ya yetiştiğinde yavaşça koluna girdi. gözlerini açtığından beri ilk defa gerçekten ona bakan atsumu, gözlerinin kızarıklığını fark etti arkadaşının. zihni bunun sebebini algılamak istemediğinden hemen diğer tarafa çevirdi kafasını.

"'samu nerede? beni ona götür lütfen, onu görmem lazım."

"atsumu... bu hiç iyi bir fikir değil. lütfen, gel de odana gidelim. ayakta olmaman gerekiyor." shoyo onunla konuşurken kendine yaklaşmış olan hemşireyi fark etmemişti atsumu. bilincini yavaşça yeniden kaybederken shoyo onu tuttu ve odasına geri götürülmesine yardım etti. günlerdir ilk defa bu kadar uzun süre uyanık kalmıştı, sakinleştirici vermek zorunda kalmasalardı bir daha bilincinin gitmeyeceğinden emindi shoyo.

atsumu, tekrar gözlerini açtığında vücudu daha iyi hissediyordu ve bundan ölümüne nefret etti. iyi hissetmek istemiyordu, osamu'yu görmeden iyi hissetmeye hakkı yoktu. bu sefer yanında annesini ve babasını bulmuştu, yine osamu olmaması çok saçmaydı. gözlerini açtığını gören annesi, belki de atsumu'dan bile daha kötü görünmesine rağmen gülümsemeye çalışarak baktı oğluna. onun elini tutup yavaşça saçlarını okşadığında atsumu'nun deli bakışları kaybolmuş, gözleri yaşlarla dolmuştu.

"anne..." daha fazlasını söyleyemedi çünkü kafasını diğer tarafa çeviren, ağladığını göstermemeye çalışan babasını ve onun elini öpüp acıyla kendisine bakan annesini gördüğünde hıçkırıklara boğulmuştu. beyninin algılayamadığı şeyin gerçek olabileceğini fark etmek dayanılmaz bir acı hissetmesine sebep oldu. gözlerinde yaşlarla öylesine savunmasızca bir açıklama bekliyordu ki babası artık dayanamayıp konuştu.

"osamu'yu kaybettik." işte oradaydı, o beyaz ışığı gördüğü andan itibaren olmasından en çok korktuğu şeyi işitmek zorunda kalmıştı.

"neden?" hıçkırıklarının arasında öylesine yüksek sesle bağırmıştı ki herkesi şoka uğrattı. "neden beni bırakıp gitti? bunu bana nasıl yapabilir? o olmadan yaşayamayacağımı bilmiyor mu? ondan üç ay bile ayrı kalamıyorum ben! neden ben değil de o? neden hep o beni bırakmak zorunda?" nefes almadan ağlıyor ve bağırıyordu atsumu. bir çeşit öfke nöbeti geçirdiği oldukça barizdi. sesini dışarıdan duyan hemşirelerin odaya girdiğini görünce daha da çok bağırdı. "uzak durun benden! beni bayıltıp durmasaydınız belki de kardeşimi son bir kere görebilecektim." onun kendini zapt edemeyeceğinden korkan annesi hemşirelerle arasına girdi oğlunun.

"lütfen, biraz izin verin." daha sonra sımsıkı sarıldı atsumu'ya. "onu hâlâ son bir kere görebilirsin, bunu ister misin?" annesi bunu dediği anda kolundaki serumları bir kez daha sökmeye yeltendi atsumu. onu durduran babası olmuştu. "bırak da hemşireler halletsin." dediğinde yapacak başka bir şeyi olmadığı için omuzları çökmüş bir biçimde bekledi atsumu.

son bir kez... daha ilk okula gittikleri zamanı hatırladı atsumu. ukala tavrı yüzünden öğretmenleri de arkadaşları da hoşlanmazdı atsumu'dan. o zamanlar bile bunu umursadığını inkar eden çocuk, bir gün kardeşiyle sınıfları ayrılmak zorunda kaldığında okul bahçesinde hüngür hüngür ağlamıştı. onu o hâlde bulan osamu, önce ona bir güzel gülüp sinir ettikten sonra saçlarını karıştırıp kolunu kardeşinin omzuna atmış ve "bizi kimse ayıramaz, 'tsumu. bilmiyor musun bunu?" demişti. biliyordu aslında atsumu, o olmadığında kimsesiz kalacağını bildiği gibi. tüm ömrü boyunca en çok korktuğu şeyin bu olduğunu bildiği gibi. ikizi voleybolu bırakacağını söylediğinde nasıl da yarı yolda bırakılmış hissettiğini, her saniyesini onunla geçiremeyeceğini fark ettiğinde nasıl hayal kırıklığına uğradığını bildiği gibi.

morga geldiğinde bunu yapmaya gücünün olup olmadından emin olamamıştı atsumu. ona veda etmeye hazır değildi, kapıdan içeri girip "ben seni bırakır mıyım? bizi kimsenin ayıramayacağını bilmiyor musun?" demesini bekleyerek arkasını döndü. bunun asla gerçekleşmeyeceğini bilmek acı bir tokat gibi yapıştı suratına. bugün yediği kaçıncı darbeydi bu? sayamamıştı. ancak karşısında bir değil, iki üstü örtülü beden gördüğünde en büyüğünü daha yememiş olduğunu anladı. dizlerinin bağı çözüldü, nasıl olmuştu da en yakın arkadaşı uyandığından beri bir kere bile aklına gelmemişti? onun kendini bırakmak üzere olduğunu fark eden ve onu buraya kadar getirmiş olan hemşire ona çıkmak isteyip istemediğini sordu. o an, dünyada en çok sevdiği iki insanı uğurlamak için onlara düzgünce veda etmek zorunda olduğundan emin olmuştu atsumu.

örtülerin kaldırıldığı andan sonrasını pek hatırlamıyordu. onları son kez gördüğünde bunun aklına kazındığını sanmıştı oysaki. ancak onları görmek sadece yeni bir histeri nöbetine yol açmış, tekrar sakinleştirici verilmek zorunda kalmıştı. bundan sonra her uyandığında zorla bir şeyler yemiş, tekrar öfke ya da ağlama krizine girmiş, sakinleştirilip geri uyutulmuştu. böyle geçen belki de günlerin ardından, emin değildi çünkü zaman kavramını yitirmişti, artık ağlamaya da kızmaya da enerjisi kalmadığında, içini tam anlamıyla boşalttığında ancak aklına gelmişti küçük kızı sormak.

"kendini ona siper etmişsin, bu yüzden hasarın çoğunu sen almışsın. reina'nın durumu oldukça iyi ancak," burda durup titrek bir nefes aldı annesi. "babalarının nereye gittiğini algılayamıyor tabii ki. onu hastanenin pedagoguna götürdük. iyi olacak."

"onu görebilir miyim?" günler sonra ilk defa oğluyla normalce konuşan aile biraz olsun rahatlamıştı, tabii ne kadar mümkünse. bu yüzden babası hemen gidip reina'yı getirirken annesi başında kalmış, saçlarını ve yüzünü okşamıştı oğlunun. ona her baktığında, daha yeni kaybettiği çocuğunu da görmek fazlasıyla acı vericiydi. bu hayatta hiçbir şey adil değildi, osamu'nun geride bıraktığı herkes bu konuda hemfikirdi.

babası kucağında reina ile içeri girdiğinde, kazadan beri ilk defa küçük kızın suratında bir gülümseme oluştu ve "baba!" diyerek kollarını atsumu'ya uzattı. bu yaptığı karşısında atsumu'nun tekrar krize gireceğinden korkarak ona baktı ailesi ve görmeyi en son bekledikleri şey oldu. sakince kızı kollarına aldı atsumu. belki o ana kadar ne yaptığının farkında değildi ama o an, reina için her şeyi yapacağından emindi. kardeşinden geriye kalan tek şeye gözü gibi bakacaktı, bunu ona borçluydu.

stay with me | sakuatsuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin