o gün yoğun bir soğuk yoktu ancak kiyoomi'nin içi üşüyordu. hafif hafif esen rüzgar ağaç yapraklarını titretiyor, kelimenin tam anlamıyla ölüm sessizliğinin hakim olduğu uçsuz bucaksız mezarlığın içinde yaprak hışırtıları duyuluyordu. aynı dalından kopmak üzere olan yapraklar gibi titremekte olan atsumu, kafasını sevgilisinin göğsüne gömmüş, ağaçların senfonisine hıçkırıklarıyla eşlik ediyordu. bir elini toprağın üstüne koymuş, onu hayata bağlayan tek dalından, osamu'sundan kopmak istemiyormuşçasına sıkı sıkıya tutunuyordu.
sevgilisinin anlattıklarından sonra diyecek söz bulamayan kiyoomi, kollarını sıkı sıkıya ona dolamış, olabildiğince rahatlatmaya çalışıyordu. dinlediği şeyleri sindirmeye çalışan adam, diyeceği hiçbir sözün anlamı olmadığını biliyor; sessizliğiyle konfor sağlamayı deniyordu. varlığını hissettirmek o anki tek amacıydı, sevgilisinin artık yalnız olmadığını bilmesini istiyordu. kendi gözyaşlarını tutmak amacıyla gözlerini sıkı sıkıya yumdu, sevgilisinin saçlarının arasına bir öpücük kondurdu.
bir süre sonra kendini toparlamış olan atsumu, başını yavaşça kaldırıp minnet dolu gözlerle kiyoomi'ye baktığında kıvırcık saçlı adam tereddütsüzce yüzünü ellerinin arasına aldı, gözlerini sildi ve dudaklarına yumuşak bir öpücük kondurdu. öpücüğün ve ilk kez her şeyi konuşmuş olmanın verdiği gevşeme hissiyle sarmalanan atsumu, gözlerini hâlâ canından çok sevdiği kardeşinin mezarına çevirdi. toprağın üzerindeki elinin artık orayı sıkı sıkıya tutmaya çalışmadığını ancak elini de oradan çekemediğini fark etti.
"samu, rin" dedi titrek bir sesle, bunu ilk defa yapmadığı belliydi. "bakın size kimi getirdim? sakusa sana bakmaz demiştiniz." güldü hafifçe. "çok güzel bakıyor. beni duyduğunuzu biliyorum, size bir türlü rahat vermedim. artık benim için endişelenmenize gerek yok." elini yavaşça toprağın üzerinde gezdirdi. "ben şimdi mutluyum, artık rahatça uyuyabilirsiniz." yeniden akmaya başlayan gözyaşlarını silmeye çalışıyordu şimdi.
"evet, atsumu bana emanet." kiyoomi, böyle şeylere inanmazdı ancak sevgilisi inanıyorsa konuşacaktı.
"bu sizin peşinizi bırakacağım anlamına gelmiyor. bir 70 sene kadar bekleyin, o zamana kadar her yıl, hep burada buluşacağız." boğazını hafifçe temizledi sarışın adam. "reina'yı getirmediğim için üzgünüm, beni böyle görmesini istemezdim ama en kısa sürede telafi edeceğim. onu çok özlediğinizi biliyorum. reina da sizi özledi. hem bana güvenmiyorsanız ve aklınız kalıyorsa diye söyleyeyim, kiyoomi çok güzel babalık yapıyor reina'ya. özel bir bağları oluştu, benimle yapamadığı ama sizinle yapabileceği bir sürü şeyi kiyoomiyle yapabiliyor. mesela kiyoomi'nin ona kitap okumasına bayılıyor. ben okuyamıyormuşum." birbirine bakan ikili hafifçe güldü.
"dışarıda onigiri yiyemememen..." kiyoomi, birden aklına gelince konuyu istemeden değiştirmişti.
"samu'nunkiler kadar güzel olmuyor." burnunu çekti sarışın adam, sanki gözyaşları tükenmişti artık. kiyoomi, kendini gülümsemek için zorladı. aslında her şeyi sindirmek için biraz zamana ihtiyacı vardı ama yine de sevdiği adama ihtiyacı olan sıcaklığı sağlamak istiyordu; ki bunda başarılıydı da. onunla konuşmak, buraya yalnız gelmemek ve konuşamadığı şeyleri bile anlatabilmek çok özel ve rahatlatıcı gelmişti atsumu'ya. o mezarların başında yalnız sabahladığı ve nefessizce ağladığı gecelerden sonra güneşi doğmuştu sanki.
"samu, iyi ki doğdun. hayatımın en güzel 23 senesiydi."
—
günün ilerleyen saatlerinde eve geri dönen çift, fazlasıyla güzel bir şekilde süslenmiş oturma odasına girdiklerinde suratlarına şampanya ve konfetiler patlatılmıştı. kan beynine sıçrayan kiyoomi'nin, evin o gecenin sonunda geleceği hâli düşürken gözleri kararmıştı. üstelik o gün yaşadığı yoğun duygu karmaşası da cabasıydı, o gece motoya'nın orada olmasını çok isterdi. kendine uzatılan şampanyayı alıp sevgilisininkiyle tokuşturduğunda sarışın adamın gözlerindeki kızarıklığın geçmediğini, hafifçe kısılıp şiştiğini görmüştü. bunu o an orada olan herkesin fark ettiğini biliyordu, kimse bozuntuya vermemişti. o gün o evde her şey ve herkes atsumu'yu mutlu etmek ve aklını dağıtmak amacına hizmet ediyordu.
gençliğinin birkaç senesini yaşadığı yoğun yas ve aniden gelen çocuk bakma sorumluğuyla kaybeden atsumu, hâlâ sonuna gelmediği güzel yıllarını artık değerlendirme kararı almıştı. eskiden olsa yapacağı her şeyi, mecburen dozunda, yapacaktı. o gece kafayı dağıtmaya ant içti, düşündüğü gibi de oldu. açtıkları eski pop şarkılarıyla saatlerce hoplayıp zıpladılar, akla gelebilecek tüm saçma oyunları oynadılar ve gecenin sonlarına doğru herkes bir köşede sızıp kaldı. kimse, artık kiyoomi'nin de olan eve kusma cesareti gösteremediğinden birçoğu banyoda, klozetin başında sızmış; aklı başında içen diğerleriyse genelde koltuk tepelerinde uyuyakalmıştı.
odadaki ebeveyn banyosunda içinde ne var ne yoksa boşaltmış olan atsumu, hâlâ ayılmamış şekilde elini yüzünü sabunluyordu. dişlerini de fırçaladıktan sonra sevgilisinin yanına gidip sözünü aldığı son hediyesine kavuşmak istiyordu. beklentilerini boşa çıkaran şey yatağın üstünde yarı çıplak uzanan, bukleleri yumuşak yastığında dağılmış, ağzı hafifçe aralanmış olarak uyuyakalmış kiyoomi'yi görmek olmuştu. kendi kendine hafifçe güldü ve kalan son enerjisini sevgilisinin cilt bakımını yapıp üstünü giydirmeye harcadıktan sonra yanına kıvrılmaya harcadı.
osamu'nun boşluğu asla dolmayacaktı, dünyada kimse atsumu'yu onun anladığı gibi anlamayacak ve onun güldürdüğü gibi güldürmeyecekti. yine de yaralarını saracak, içini ısıtacak ve ona bu boşlukla yaşamayı, hayatı kaçırmamayı öğretecek yeni yuvasını bulmuştu sarışın adam. kiyoomi'nin bedeninin sıcaklığı atsumu'nunkini ısıtırken varlığının verdiği güven hissi de kalbini sımsıcak sarmaladı ve kendini uzun zamandır ilk defa huzurlu bir uykunun kollarına bıraktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
stay with me | sakuatsu
Fanfictionliseden sonra tekrar karşılaştığı atsumu'nun bir çocuğu olduğunu öğrenen kiyoomi'nin onların hayatına dahil olma hikayesi.