Kendinden Bir Parça

163 16 11
                                    

Hayatımda her zaman merak ettiğim şeyler vardı. Aşık olmak nasıl bir şeydi mesela? Aşık olan insanlar gerçekten birbiri için ölmeyi ve öldürmeyi göze alacak kadar birbirine bağlı mıydı? Kendimizde en sık aradığımız özellikler "olmak istediğimiz" özellikler miydi? Bütün bunlar gizemli yanlarını bizden bile korurken, insan ilişkilerinde nasıl olur da aşka küçük ve deneyimsiz kalbimizi hemen açabilirdik? 

Bu konuda insanları çok da anladığımı söyleyemeyeceğim. 

Kendini insanlardan daha küçük parçalara ayırarak yeniden farklı bir evrende birleştirme ihtimali olan bir kızla tanıştım geçende. Buna sanıyorum bazılarınız "hayal kırıklığı" diyor. Ancak bu tanışıklık hiç dışarıdan görüldüğü gibi değil. Her zaman bildiğiniz son ergenlik zamanlarını da bitirmek üzere olan ve artık içinde olgun bir bireyin temelleri olan biri de diyebilirsiniz. Aslında şu an için hayattan çok fazla bir beklentisi yok. Çünkü herhangi bir rotası bulunmuyor. 

İçinde kocaman bir ölü kelebek mezarlığı barındıran bu kız, her sabah elini yüzünü yıkıyor ve dişlerini fırçalıyor, aynada yüzünde artık bitmek üzere olan son ergenlik sivilcelerini de izledikten sonra kendine şunu diyor:

"Allah kahretsin, bugün de okul var."

Evet, ne yazık ki o kişi benim. 

Okulda sevenim kadar sevmeyenimin de çok olduğunu biliyorum. İnsanlar nedense sevmediğiniz yönlerinizi sizin yüzünüze değil arkanıza saklıyor. Yüzünüze kocaman gülümsemesiyle "Canımmm, Ahu nasılsın?" diyen insanları hep karşınızdan kucağını açıp gelirken görürsünüz. Ama işlerin içine girip baktığınız da hem gerçekten canı değilsinizdir hem de mutlaka bir işleri düşmüştür. Açıkçası insanlar kendisine daha sonradan işim düşer diye düşünüp yüzündeki bu kocaman gülümsemeyi eksik etmezler benim fikrimce. 

"Sabah kahvaltını her zaman mısır gevreğiyle mi yapacaksın küçük hanım?"

Salondaki yemek masasından babamın gelen sesi ile aynayla son kez bakışıp banyodan çıktım.

Sağlıklı beslenmek adına üniversite sınavı senemde hem dengeli bir şeyler tüketmek hem de sınavlara sürekli çalışmak istediğim anlarda beni tek anlayan porsiyonlar mısır gevreklerine ait oluyor. Bazen granola ile bazen de sütlü mısır gevrekleri ile hemencik kahvaltıyı geçiştirip ya özel derse ya da okula gidiyorum. 

"Ben hazırım, kapıda bekliyorum."

"Tamamdır baba, geliyorum."

Pazara son anda yetişen teyzelerden hallice kız kardeşim okul çantasının tekerleklerini sürüyerek kapıya koştu.

"Ön koltuk benim!"

Kapıyı kilitlerden evden çoktan çıkmış olan kardeşimin devirdiği çiçek saksılarına baktım. Hayata herhangi bir bakış atma şansımız olsaydı o son bakışı bu çiçek saksılarına harcamak istemezdim. Gerçekten saksılar öyle parçalanmıştı ki, hayatımıza sanki yeniden bir kırılma noktası katmış gibi duruyordu. 

"Ben hallederim Ahu, sana iyi dersler." Sırtımı okşayan yaşlı ve yorgun eller evde bize destek olan Emine Teyze'ye aitti. 

Ona sarıldıktan sonra ben de arabaya doğru ilerledim. Adımlarım araca yaklaştıkça babamın ısrarla kardeşimi arka koltuğa çocuk kemeri ile bağlarkenki çığlıklarına daha çok tanık oluyordum. 

"Hemen birkaç yaş büyüsen ön koltuk senin de hakkındı." Burnuna hafif bir dokunuşla kemeri bağladı ve yerine geçti.

"Hayır, ben büyüdüm."

"Demek ki Emine Teyzen'in pişilerini yemen gerekiyor ön koltuğa oturmak için, odaya sakladığın çikolataları değil."

Kardeşim 6 yaşındaki bir bireyin yaşayabileceği ufak çaplı bir şok geçirdi:

"A.. Ama.. Nasıl? Sen nereden biliyorsun çikolataları sakladığımı?"

Babamın oldum olası odamıza girmeden içinde yaşanan her şeyi saniyesi saniyesine bildiği anlar vardı. Bu da onlardan biriydi. Tabi Milena bunlara 11 yıl rötarlı yetiştiği için benden daha az şahit olurdu. 

"Sır." dedi babam bilge bir ses tonuyla.

Milena babamın iş yerindeki kreşte zaman geçirirken aslında iletişim becerilerini de yaşıtlarına göre daha yüksek tutabilen bir çocuktu. Seni karşına alsa ve akıl verse 'Bacak kadar çocuğun dediği şeylere bak hele.' derdin. Ama bunda Milena'nın hayatında eksiklikler olmasının da rolü büyüktü. Milena'yı büyüten şartlar ile benim büyüdüğüm şartlar kesinlikler bir değildi. Milena henüz anne nefretinin ne olduğunu bilmiyordu. 

Babam arabayı usulca anaokulunun önüne park etti ve Milena'yı kucağına alarak arabadan indirdi. Dışarıda yeni başlamak üzere olan yağmuru seyrederken arabanın siyah kapısı sertçe kapandı. Sesten irkildiğimi gören babam:

"Müdürle de konuşacağım, çok bekletmem."

"Babacım, sorun değil."

Milena, uyum sorunları yaşadığı bazı sınıf arkadaşlarıyla mücadele içindeydi. Hatta geçen hafta içlerinden bir tanesi uyku saatinde uykuya dalmadan oyuncağını kırdığı için büyük bir kaos ortamı olmuş ve babam okula çağrılmıştı. Biraz daha büyümüş olsa, onu uyarmadan sakin bir dille bu kişilerin hayatının her alanında karşısında olacağını ve asla bunun önüne geçemeyeceğini söylerdim. Ama sanırım o şu an bile bunları kolaylıkla anlayabilecek bir olgunluktaydı.

Araba çalışır halde olmadığı için içerisi biraz serinlemeye başladı. Arka koltukta çantamın altında kalmış kabanımı almaya çalıştım ama beni biraz zorladı. Yerime geri oturur oturmaz şoför koltuğu ile aramdaki boşluktan bir mesaj sesi geldi. Bipleme sesi birkaç kez daha gelince elimle koltukların alt kısmını yoklamaya başladım. 

Gelen sesi takip ettiğimde ne bir telefon ne de başka bir şey vardı. Koltukların arasında ya da başka bir yerde hiçbir şey yoktu. Bipleme sesi hala devam ederken birden dışarıdan kulaklarımı dolduran bağrışmalar ve sesler duydum:

"BOMBA VAR!!!!"

HayatsızlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin