Yarım ağız bir mutluluk yaşıyorduk hepimiz. Hayat bize hiçbir zaman doğru düzgün gülmüyordu. Bundan dolayı da saat sabahın 6'sı olmuş ve ben daha uyuyamamıştım. Gözüme bir gram uyku girmiyordu. Bu çocuğun bu kadar mutlu bir an yaşamasının bedeli bu olmamalıydı.
Can, benim yol açtığım bir durumdan dolayı bugün ölüme dünden bir adım daha yakındı. Bu haksızlıktı. Ne kendime onu böyle bir duruma sokmayı yakıştırıyordum ne de ona ölümü...Sırt çantamın içinde çok fazla bir şey yoktu. Okul dönem arasına girdiği için dersler de olmadığından haftanın 6 gününü hastanede ya da Mertlerle birlikte geçiriyordum. Elif iyi bir kızdı ve gerçekten anlatmak istediğimde dinliyordu. Öte yandan Hakan'la tanışıp onun da pamuk gibi bir kalbi olduğunu öğrenmiştim. Can'ın arkadaşları biraz tuhaf olmasına rağmen eğlenceliydi. Yalnızca ara ara akıllarına acaba arkadaşımız bugün mü ölüme kafa tutup o kafesten çıkacak diye getirir birden içmeye başlarlardı. Günler bu şekilde giderken benim de yapacağım şeyler vardı.
Çantamın içinde bir sürü soru işaretimi de alarak marinaya gittim. Bir sürü teknenin ve minik botların arasında onu gördüm: "Kızıl Okyanus"u.
Buraya en son nasıl geldiğimi hatırlamıyordum ama Kılıç'ın beni indirdiği yerden bir taksiye binmiştim. Şans eseri aklımda tutmuş ve şimdi yeniden yolu kolaylıkla bulmuştum. Aynı marinada bulacağımı az buçuk tahmin ettiğimden gelmek de o kadar zor olmamıştı.
Başım biraz deniz havası ile ağrır gibi oldu. Ama kendimi iyi hissetmiyorsam da bu konuşmanın bir şekilde yapılması gerekiyordu.
Bu konuşma bugün yapılacaktı.
Kafamı kaldırıp derin bir nefes aldım ve tuzlu deniz havası genzime biraz daha işledi. Az sonra çok da sağlam görmediğim demirlere tutunarak minik patikadan tekneye çıkmıştım. Ortalıklarda kimse yoktu. Alt kat biraz dağınıktı, sanırım içeride bir misafiri vardı. Kafamda kurmamaya çalışarak üst kata soldaki merdivenlerle çıktım. Üst kata çıktığımda Kılıç'ın telefonla konuştuğunu gördüm.
"Yarın da olsa bugün de olsa bu iş uzamaya devam ediyor Koray!" dedi.
Beni gördüğüne şaşırmamakla birlikte konuşmaya devam ediyordu.
"Bunun cevabı 'biliyorum' değil. Bunu daha sonra konuşacağız. Kapatıyorum şimdi."
Telefonu kapatıp benimle konuşmaya başladı. Karşımdaki iskemleye ayağını dayadı ve teknenin demirine yaslanıp sorusunu sordu.
"Buradasın?"
Neden buradasın demek istiyordu. Neden buradayım, bunun tam olarak bir cevabı yoktu aslında. Cevaplar onda olmalıydı. Buraya dinleyici olmak için gelmiştim.
"Bilmem, konuşmaya ihtiyacın vardır diye düşündüm."
Cevabım ilgisini çekmişti. Gözlerinden kısa bir an bir parıltının geçtiğini gördüm.
"Benim seninle konuşacak bir şeyim yok Ahu." dedi donuk bir sesle ve ekledi "Senin varsa buyur."
Eliyle anlatmam için işaret verdi. Cevabı hiç hoşnut olacağım bir şey değildi. Ayrıca buraya gelerek taraf tutuyor gibi hissediyordum. Buraya geldiğimden ne Mert'in ne başka birinin haberi vardı. Bana destek olan insanlara herhangi bir şey demeden buraya ikinci ayak basışım ve hür irademle ilk gelişimdi. Buradan bu kadar erken gidemezdim. Özellikle henüz bir cevap almadan buradan gidemezdim.
Nasıl yani?" dedim.
Cevabıyla tatmin olmamıştım, sıkıştırmaya devam ettim:
"Vicdanını böyle mi rahatlatıyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayatsızlar
Chick-LitKavga seslerinden uzaklaşırken yolu yarılamış, sakin ve biraz da ıssız denebilecek bir sokağın köşesini dönmüştüm. Serin diye tabir ettiğim hava sokakta çok bina olmamasından mı kaynaklıdır bilmem birden derinden bir rüzgarla esmeye başlamıştı. Atkı...