Geldiğimiz yer bana hiç tekin gelmiyordu. Çakıllı yolun yarısı çamur içindeydi. Balçıklardan atlayarak geçtiğimiz yoldan sonra KUTLAMA yazısının altındaki kapıdan içeri girdik. Kapı kapandığında genzimi yakan bir toz kokusu ortalığı almıştı.
"Bu taraftan."
Kılıç'ı takip ediyordum. Uzun koridorda ardından beni sürüklüyor gibiydi. Neden bilmiyorum ama nereye gittiğimiz konusunda pek de soru soracak gücüm kalmamıştı. Bazı şeyleri sorgularsam devamının da geleceğinden korkuyordum. Tam da bu yüzden bazı şeylerin çok daha iyi olmasını isterdim. Hemen şimdi olmasını değil.
"Benimle daha düzgün bir yerde de konuşabilirdin." dedim.
"Nereye gideceğimizi sorsaydın sen de."
Çok söylüyordun ya.
Birkaç adım attıktan sonra yolun bittiğini gördüm. Biten bir yoldan aşağı farklı bir rota vardı. Ama ben göremiyordum.
"Çok karanlık, inemem buradan." diye sızlandım. Önümü görmüyordum, ilerlediği yer hiç ışık almıyordu.
Geldiğimiz yolun sonu bir merdivene vardı. Kılıç, boyu benden uzun olduğu için büyük adımlarla gitmişti ve ben arkasından adeta koşuyordum. Burası eski bir un fabrikasının terk edilmiş yerine benziyordu. Çuvallarda markanın parçalanmış isimleri vardı.
"Elimi tut."
Elini mi tutayım?
"Burada konuşamaz mısın, yeteri kadar yolu geldim zaten seninle."
"İnmezsen seni zorla indirmek zorunda kalırım sarı."
Sesinin tonundan anladığım kadarıyla gerçekten bunu yapabilirdi. Birkaç adım attım ama basamakları tam göremediğim için düşmekten korkuyordum. Ayrıca zaten bugün çok fazla şeyden korkmuştum. Bundan da korkmasam şaşırırdım.
"Tutunacak bir yer bile yok!" diye sızlanarak basamakları inmeye devam ettim. İnemediğimi fark ettiğinde indiği basamakları geri çıkarak elimden tutmuştu.
"Ben nereye basıyorsam oraya bas." dedi.
"Görebilirsem basarım."
Dehliz gibi bir şeye doğru gidiyoruz sanıyorken aslında buranın merdivenlerin girişi kadar karanlık bir yer olmadığını fark ettim. Adım attıkça lambalarla aydınlanan bir yere doğru gidiyorduk. Burası binanın altında kalan bir sarnıcın girişiydi. Kemerleri yerdeki sarı lambalarla aydınlatılan sarnıç, çok eski dönemlerden kalma gibi duruyordu. Çok mükemmel bir tarih bilgim yoktu ama yapı olarak çok güzel bir görüntüsü vardı.
"Artık neden burada olduğumuzu sorabilir miyim?"
"Hep denizde olmayalım istedim."
"Ve bizi buraya arkeolojik kazıya mı getirdin?"
Sorum onda bir yankı bile uyandırmamıştı. Yerin dibindeydik. Farklı bir amacı ve anlamı var mıydı ki?
"Sen bana konuşmak için gelmiştin." dedi. "Ben de sana konuşabileceğin bir fırsat yarattım. Bence bana teşekkür etmelisin."
Bu ukala duruşu tanıyordum. Okuduğum romanlardan, seçtiğim dizilerden tanıyordum. Böylesi insanlar gerçek dünyada yoktu. Kurmaca kişilerdi. Yani, o zamanlar okurken öyle düşünürdüm.
"Dalga mı geçiyorsun?" diyebildim. "Neden böyle bir yerde konuşmayı tercih edeyim?"
"Neden beni görmek için ayağıma kadar gelmeyi tercih edesin, bence biraz bunu konuşalım." dedi. Bunu derken sarnıç ayaklarının birine yaslanmıştı. "Cevap vereyim, benden hoşlanıyorsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayatsızlar
Chick-LitKavga seslerinden uzaklaşırken yolu yarılamış, sakin ve biraz da ıssız denebilecek bir sokağın köşesini dönmüştüm. Serin diye tabir ettiğim hava sokakta çok bina olmamasından mı kaynaklıdır bilmem birden derinden bir rüzgarla esmeye başlamıştı. Atkı...