"Bora Baytar geldi amirim."
Koridorda oturduğumuz alanın önünden geçen koca göbekli insan azmanı yine buradaydı.
"Gelsin."
"Buyurun Bora Bey, şöyle geçin." dedi amir. "Oğlum, iki kahve hazırlat. Biri sade, Bora Bey siz.. o da sade."
Saat sabahın 7'siydi. Biz Özge'nin ifadesini beklerken bir yan odada da Kılıç vardı. Saatlerdir orada olduğunu düşündüğüm bir sorgunun içindeydi. Buralara çok sık geldiği her halinden belli olan adam, oğlunun yediği pislikleri temizlemek için gelmiş, çayını kahvesini yudumlayacaktı. Ortada bir cinayet var ise, bu durumda çayı kahvesi oğlu yüzünden boğazında kalabilirdi ve bu inanın umumda değildi.
Özge'nin uzun sorgusunun ardından gelsin diye Mert ve iki arkadaşı haberleşmişti, içlerinden birinin evinde kalmak Özge için daha iyi olacak diyorlardı. Özge henüz çıkmamıştı. Bir yandan da hala bir kulağımız Can'dan haber gelir diye çalacak olan telefondaydı. Gözümü kapatıp beklerken, aklıma çocuğun art arda aldığı yumruk darbelerinden mosmor olan kafatası geliyordu. Ağız dolusu kanı tüküremediği, yutkunamadığı ve o kadar kişinin kaldırmaya çalışmasına rağmen öylece bayılıp yığıldığı anı kafamdan silemiyordum. Bu çocuğa bir şey olursa benim yüzümden ve yok yere olmuş olacaktı. Gerçekten üzülürdüm.
Kılıç'a öfke doluydum. Daha önce hiç dokunulmamış bir öfkeyle bakıyordum kapıya.
Kılıç, bir insanın bir insana yapabileceği en büyük kötülüğü yapmıştı. Dengesiz olduğu her halinden belliydi ve insanlar bu yüzden onunla çok konuşmazdı. Kendi içinde bir şeyleri halleder, her şeyi tek başına yapardı. Bir arkadaş grubu olduğunu bile kulüpte görmüştüm. Bir insanla arkadaşlık anlamında iletişim kurması bile şaşırtıcıydı.
İçinde bilmediğim, hatta kimsenin tahmin bile etmediği bir karanlık vardı. Bu karanlıkla hepimizi, en çok da Can'ı baş başa bırakmıştı. Kendini kontrol edemediği kadar alkol almış ve bir süre sonra insanlıktan çıkmıştı. Bunca şeyin tek sebebi asla umurumda olmayan o ucube seks hayatına şahitlik ettiğim için bana sinirleniyor olması mıydı? İnanılır gibi değildi!
İki kapı aynı anda açıldı. Gıcırdayarak önce soldaki kapıdan Kılıç çıktı. Yüzünde boğuşma izlerinden kalan tek tük çizikler vardı. Hiçbir darbe almamıştı. Ona bakarken kendimi kötü hissettiğim tüm anlar yeniden aklıma geliyordu. Hafızam yeni yazmayı öğrenen bir kalem gibi capcanlıydı. Yazacak ve tüketecek çok şeyi vardı. Yüzüne tekrar tekrar baktığımda dünyada tüm iyi yanları bırakarak cehenneme gitmiş, oradan yeni bir benlik kazanıp geri gelmiş gibiydi. Can alıcıydı. "Can" alıcı.
Hayatta herhangi bir şekilde bir can almaya hakkı olmamasına rağmen bunun kendi hakkı olduğunu düşünüyordu. Ellerinde meçhul bir kan dolaşıyordu. Henüz salmış olabilirlerdi ama Can'a bir şey olursa yakayı bu kadar kolay kurtaramayacaktı. Kısa bir sürede bu kadar iyi ve eğlenceli bir duo olduğum birinin başına benim yüzümden hayatının en korkunç anlarından biri gelmişti ve ben yeniden pişmanlığımı yüzüme yansıtmıştım. Yine de gözlerine baktığımda aynı nefreti karşıda daha şiddetli bir şekilde görebiliyordum. İçinde insanlığa dair hiçbir şey yoktu ama nefret de bir duyguydu. İnsan olmamak için duygusuz olmak lazımdı. Hiçbir şey demeden nefret dolu bakışlarla bana baktı. İçimde korkunç bir ürperti oluşturan o bakışlar beni rehin almıştı. Burnundan nefes alıyor, tek kelime etmiyordu. Öfkesini yakası kana bulanmış siyah gömleğinin içinde saklı tutarak gitti.
Diğer kapının açılmasıyla arkadan Özge de çıktı. Nihayet arkadaşımın bu kadar gereksiz ve uzun bir süre içeride kalmasının sonu gelmişti. Bize doğru yaklaşırken bir anda yanındaki kadınla önümüzden geçip gittiğini gördüğümüzde Mert'le birbirimize bakakaldık. Özge çıktığında ellerinde kelepçe vardı. Ama o şiddet bağımlısı manyak buradan az önce yürüyerek geçip gitmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayatsızlar
ChickLitKavga seslerinden uzaklaşırken yolu yarılamış, sakin ve biraz da ıssız denebilecek bir sokağın köşesini dönmüştüm. Serin diye tabir ettiğim hava sokakta çok bina olmamasından mı kaynaklıdır bilmem birden derinden bir rüzgarla esmeye başlamıştı. Atkı...