Dehşet dolu bakışlarımla acilin kapısında Can'ın arkadaşlarıyla bekliyordum. Ellerim soğuktan uyuşmuş, gözlerim anlamsız bir boşluğu izliyordu. Gerçek bir kaosun içinden çıkıp ambulansa bindirilen Can'ın peşinden arabalara atlayıp gelmiş, burada onun başını bekliyorduk. Arkadaşları kendi aralarında zaman zaman homurdanarak bir sürü küfürler ediyordu. Durduk yere parlayan bir alevin getirdiğinin aslında büyük bir oyunun başlangıcı olduğunu bilmeden kendi aralarında plan kuruyorlardı. Dev bir öfkenin temsilcisi olan canavarsa polisler tarafından götürülmüştü.
"Senin bu ne bok olduğu belli olmayan çocukla ne işin var?" diyemediklerinden sadece benim yanımda sakinliklerini korumaya çalışıyorlardı. Yanıma her geldiklerinde çay, kahve, su gibi şeyler getirerek biraz olsun ısınmama destek oluyorlardı. Yine de kendimi gerçekten kötü hissetmem dışında herhangi bir problem yoktu. Özge ilk defa böyle bir şey görmediği için ona olay belki garip gelmiyordu. Polis bu çocuğu zaten daha önce de kim bilir ne vukuattan dolayı dersten çıkarmıştı?
Telefonlar susmuyor, sürekli birileri bir şeyler öğrenmek istiyordu. Her açılan telefonda bir şey öğrenemediğimizi söylemekten, sonuçları beklediğimizi anlatmaktan gerçekten yorgun düşmüştüm. Kırmızı elbisem, kendisinden daha da kırmızı kana bulanmıştı. Topuklu ayakkabılar yükümü taşıyamadığı için oturduğum sandalyenin yanında yerdeydi. Sırtımda kocaman bir ağırlık hissediyordum artık. Kendimi bir kez daha toparlayamadığım bir güne daha merhaba demiştim. Her güne "Evet, bugün benim günüm!" diye başlayıp gün sonunda büyük bir yıkıntının içinde kaybolmak hak ettiğimi düşündüğüm bir şey değildi. Ne zaman bir kalabalığa dahil olsam insanlar peşime bu şekilde tüm kötülükleri kırmızı halılarda mı serecekti?
Arka arkaya iki gün bu kadar aksiyon yaşamak bir insan için fazla değil miydi?
Saat sabah 5'e doğru geliyordu. Eve haber vermemiş olsaydım, babam çoktan Caner abiyi de alıp bu kaosa bir son vermiş, herkese haddini bildirmiş olurdu muhtemelen. Ama zaten başımızda farklı şeyler varken sınırımı bilmem lazım diye düşünüp sadece bizi alacağı için Gamze ablaya haber vermiştik. Babama Özgelerde kalacağımı söylediğim için en son 1 gibi konuştuktan sonra bir daha aramamıştı. Muhtemelen güvende olduğumuzu düşünüyordu.
Mert ellerini arkaya alarak takım elbisesinin üzerinde sinen kan kokusunu gizler gibi çok yaklaşmadan şöyle söyledi:
"Doktorlar darbe alan kısmın tomografisini istemiş. Duruma göre dikiş atılıyor ama yine de ilk şoku atlatana kadar bugün burada tutacaklar. İstersen sizi de evlere bırakalım. Zaten biz buradayız." dedi.
"Ben ne yapacağımı bilmiyorum Mert." dedim çaresizce. Sesimin titrediğini o an anlayabilmiştim. "Benim yüzümden oldu."
Boğuklaşan sesimi gözyaşlarım daha da anlamsızlaştırmıştı. Kendimi iyi bile tutmuştum. Ağlamamak işten değildi.
Hüngür hüngür ağlıyordum. Peşimde bir de değil, iki manyak vardı. En azından iyi yanı birini tanıyordum. Başıma gelen her şeyde bir iyilik, güzellik varsa en az 15 kötülük vardı. Dağılmak üzereydim. Ama olaylar da böyle olmak zorundaymış gibi üzerime üzerime geliyordu. Çok kötü hissediyordum.
"Can'a bir şey olursa kendimi gerçekten affetmem." diye daha çok ağlamaya başlamıştım.
Özge ortalarda yoktu, Mert bunu da ima ederek:
"Ahu tamam artık kendine gel biraz." dedi. "Biraz sakinleş kimse yokken konuşalım istersen."
Hava almam için dışarı çıkmıştık. Üzerimde kendi montum olmasına rağmen dışarıdaki hava, sabah saatlerinin keskin soğuğu ile içime bir mızrak gibi işliyordu. Mert ceketini çıkarıp bana vermişti ama yine de iyi gelmiyordu. Ağlamam biraz azaldıktan sonra anlatmaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayatsızlar
Literatura KobiecaKavga seslerinden uzaklaşırken yolu yarılamış, sakin ve biraz da ıssız denebilecek bir sokağın köşesini dönmüştüm. Serin diye tabir ettiğim hava sokakta çok bina olmamasından mı kaynaklıdır bilmem birden derinden bir rüzgarla esmeye başlamıştı. Atkı...