Bütün ağrının acının üzerinden upuzun bir zaman geçmiş olacağını umdum. En azından acıların bir şekilde dinmesini derinden isteyecek kadar iyi yürekli olduğumu düşünüyordum işte. Kendime söylediğim birtakım yalanlar arasında bu da vardı. Bilirsiniz ya işte, bazı avlar aslında av olduğunun farkında değildir.
Ha bu arada... Av demişken, size av ve avcı hikayesinden bahsedecektim.
Bu hikaye size tanıdık gelmediyse, henüz yalnızca ormandaki bir ot, bir kütük falansınızdır diye düşünün. Aslında olayların bu kadar dışında yaşamak sizi sevindirebilir de bir yandan. Av ve avcı arasında her zaman bitmek tükenmek bilmeyen bir gerilim vardır çünkü. Avcı, avına ne kadar uzmanlıkla yaklaşmak istese de önüne çıkan birçok şey, onu aslında av konumuna getirecek olaylar silsilesini de beraberinde getirir.
Havada ise hep o koku olur: Kan.
Koku, her zaman çıtırtıların arasındaki otlara yakın bir yerden gelir. Avcı, aslında ne kadar uzman bir şekilde ava yaklaştığını görür ve bir anda gururlanmaya başlar. Kendini aynada olduğundan daha güçlü gören avcı hedefe giderek yaklaşır. Avcı için uzun zamandır beklediği bu ziyafetten daha keyiflisi de yoktur nihayetinde. Ancak avcının hesaplamadığı küçük bir detay vardır. Orman, derinliklerinde birçok farklı avcıyı da barındıran bir dehliz gibidir. Her an herkes av olma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir.
Muhtaç olduğunuz bir avdan faydalanmak isterken tıpkı onun kan kokusunu duyduğu gibi bir koku duyarsanız, bu sizin her zaman lezzetli bir av şöleni yaşadığınızı göstermez. Zira avcı, siz tam da hayatta kalma dürtülerinize yenik düşüp beslenme saatinizdeyken, gardınızı indirdiğinizde karşınıza çıkar. Yani aynı kokuyu başka avcılar da çoktan almaya başlamıştır.
Avcı çevresini şöyle bir yokladığında aslında av da ortadan kaybolmuşsa olayın ana kahramanı da birden değişir. Şayet avcı sizseniz, kan kokusunu artık almamaya başladığınızda avdan uzaklaşırsınız.
Zira av siz olursunuz.
Demir parmaklıkların arkasında mezar taşını sulayan Mert'in uzaktan siluetini gördüğümde ortada ne bir av ne de bir avcı kalmıştı. Belki de safari yeni başlıyordu.
"Ne zaman gelsem burada mı olacaksın?"
Mert son gördüğüm kadar bitkin bir halde miydi tartışılır. Biraz daha toparladığını görebiliyordum. Beni çağırdığında da benimle bir şeyler paylaşmak istemesi beni mutlu etmişti.
Ellerindeki toprakları silkeleyerek soruma cevap verdi. "Taziyeden beri gelmemene şaşırmadım doğrusu. Hayatta kendi meşguliyetlerin var tabii haklı olarak. Yeni erkek arkadaşın falan."
"O benim erkek arkadaşım değil."
"Hadi ama Ahu!" dedi ve ellerini saçlarının arasına daldırdıktan sonra diyeceği şeyden vazgeçtiği her halinden belli bir şekilde cümleye başladı. "Neyse."
Mezar taşının kenarında biriken kuru yaprakları ve dikilen çiçeklerin sararmış, kopmuş dallarını görebiliyordum. Uzun süredir buradaydı ve ellerinden gördüğüm toprak lekelerine de bakılırsa tüm temizliği tek başına tamamlamıştı.
"Seni buraya neden çağırdığımı sormayacak mısın?"
"Can'dan daha farklı bir amaç bizi birleştirmiyor Mert. Sormayacağım."
"Evet, zeki kızsın."
"Muhtemelen onunla ilgili çünkü."
Mezar taşının diğer tarafına geçip yerdeki küçük tırmık gibi şeyi aldı ve ayağa yeniden kalktı. Başını sallayarak "Oturup konuşmamız lazım bir yerde." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayatsızlar
ChickLitKavga seslerinden uzaklaşırken yolu yarılamış, sakin ve biraz da ıssız denebilecek bir sokağın köşesini dönmüştüm. Serin diye tabir ettiğim hava sokakta çok bina olmamasından mı kaynaklıdır bilmem birden derinden bir rüzgarla esmeye başlamıştı. Atkı...