Bugün yeni hayatının ilk günü gibi bir şey Can için. Hala konuşamıyordu ama en azından yatakta birinin desteğiyle doğrulup bizi görebiliyordu. Bugün onu daha güvenli bir yer olan eve götürecekleri gündü. En azından serumlara boğulmuş bu koridorlarda saatlerce beklemeyecek olmak güzel bir düşünceye benziyordu. Bu gerçekten çok iyi bir duyguydu.
Başına bu kadar stresi açtıktan sonra Kılıç, yine de onu yalnız bırakmamak için yanına çıkış işlemleri için benimle gelmişti. Bugün dünya biraz da olsa aydınlık bir yer olmayı hak ediyordu. Can kendine geldiği andan itibaren Kılıç'ın da artık korkuları ufak ufak yok olmuştu. İntihar girişimini saymazsak tabi... İyileşme sürecinde ona yardım edecek kadar bir gelişim gösteriyordu. Mutluydum. O da bunu görebiliyordu.
Çalan telefonda Mert'in adını görünce sevinerek açtım.
"Mert, biz geldik. Neredesiniz?"
Cevap vermiyordu. Sanırım telefon çekmiyor diye düşünüp sorumu yineledim.
"Mert neredesiniz?"
Kılıç masanın kenarında danışma yazısının üstüne kolunu dayamış haber almamı bekliyordu.
"Mert?"
"Beni duyuyor musun? Alo?"
Mert sigarasından derin bir nefes aldı ve dışarı üfledi. "Morgdan çıktık."
Yer ayağımın altından bir anda kaydı ve olduğum yere yığıldım. Elimden yere düşen telefonu Kılıç alıp konuşmaya başladığında ne dediğini, ne yaptığını asla duymuyordum. Beni kaldıran ellerin kuvvetli dokunuşları bedenimi nasıl sardıysa o an orada değildim. Dünyada sadece bedenen yer kaplamak bana göre değildi. Ama istemediğim kadar büyük bir yer kaplıyordum işte. Korktuğum başıma gelmişti.
Kaybetmiştik.
Bu bir savaş olsa belki tüm cephanelerimi onu korumak için kullanabilirdim. Ama ne bu bir savaştı ne de sonucunda bir kazanan vardı. Hepimiz kaybetmiştik.
Sakinleşmem için acildeki sedyelerden birine yatırıldığımı hatırlıyordum. İğnelerin içindeki ilaçların keskin kokusuyla yavaşça uyandığımda buranın hala hastane olduğunu biliyordum. Gözlerimi araladığımda kapıda bekleyen Elif'i gördüm. Ağlamaktan gözleri kan çanağı gibi olmuştu.
"Elif."
"Ahu." Yanıma gelip ellerimi avcuna aldı.
"Daha iyi misin?"
Ağlamaya başlamıştım. İyi falan değildim.
"Geçecek güzelim." diyerek gözyaşlarımı silmem için çantasından peçete çıkardı.
Hıçkıra hıçkıra ağladığım için çevre yataklardaki hastalardan da bilinci yerinde olanlar dönüp bakıyordu. Doktorların yanıma gelip gitmesiyle biraz daha doğrulsam da kendimi ayakta bile duramayacak kadar kötü hissediyordum.
"Can nerede?"
"Ahu..." dedi ve yutkundu. Cümleyi tamamlayamayacak kadar karanlık bir yerde olduğunu biliyordum. Başını iki yana sallamasıyla daha çok ağlamaya başladım.
"Beni buradan götürür müsün, onu görmek istiyorum."
"Dinlenmen lazım Ahu." dedi.
Dinlenmek ya da daha farklı bir şey kesinlikle bana göre değildi. Yaşadığım üzüntünün içinde kocaman bir dalga alıp beni yeniden duvara çarpıyor gibiydi. Bu acı bize göre bir şey değildi. 17 yaşında çekilecek bir acı değildi.
"Elif iyileşiyordu o. Biliyorum." Hıçkırığım beni esir almaya başlıyordu. Yine de devam ettim.
"İyiye gidiyordu durumu. Annesi, babası, doktorlar, kardeşleri, herkes aynı şeyi söylüyordu işte. Sen de biliyorsun, öyle değil miydi? Şimdi neden soğuk bir toprağın kucağına atıyoruz onu Elif?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayatsızlar
Literatura FemininaKavga seslerinden uzaklaşırken yolu yarılamış, sakin ve biraz da ıssız denebilecek bir sokağın köşesini dönmüştüm. Serin diye tabir ettiğim hava sokakta çok bina olmamasından mı kaynaklıdır bilmem birden derinden bir rüzgarla esmeye başlamıştı. Atkı...