Yorgun bir günün ardından aynaya baktığımda kendimi bitmiş, tükenmiş hissederdim. Böyle günlerde cilt bakımını bile doğru düzgün yapamadan hatta bazen üzerimdeki kıyafetlerle dahi uyur, kendimi asla bir daha uyuyamayacakmışçasına uykunun güvenli kollarına atardım. Şimdiye kadarki tüm yorgun hallerimi bir araya getirsem ve hepsi karşıma geçip bir sahnede tiyatro oyunu izler gibi izleseler, şu anki halimi görüp muhtemelen gözyaşlarına boğulurlardı. Asla yapmayacağım dediğim şeyleri yapmaya, çalmayacağım dediği kapıya bangır bangır vurmaya ve bağırmaya başlamıştım:
"SESİMİ DUYAN VAR MIII??"
Kolileri tekmeleyerek kapıyı yumruklayarak belki yüzlerce kez sormuştum. Kimse sesimi duymuyordu. Burada varlığım sonsuza kadar unutulup çürüyecektim. Varlığım tıpkı yokluğum gibi kimselere dert olmadan burada kendi kendime çürümemi sağlayacaktı. Yarın, yarından sonra ve ondan sonraki tüm günler burada çürüyerek ölecektim. Gerçekte kim olduğum, ne olduğum ve ne zaman var olduğum unutulacaktı.
Tüm gücümle bir kez daha kapıyı tekmeledim.
"KİMSE VAR MI???????"
Kimse yoktu.
"SESİMİ DUYAN KİMSE YOK MU!??"
Hiçbir ses gelmiyordu ve gerçek bir kuyunun dibindeydim.
Kendimi savunmasız hissettiğim anlardan bir bohça alıp dünyadan gitmeliydim. Muhtemelen buradan asla çıkamayacaktım. Yatağın kenarında yere çöktüm. Dizlerimin hiçbir şekilde gücü kalmamıştı. Yıkılmayı bekleyen hasarlı bir kale gibiydim. Kendimi birçok yerinden darbe almış bir şehrin girişi gibi hissediyordum. Kale düşmüş, ben düşmüştüm. Bir daha asla kendimi iyi bir şekilde toparlayamayacak olmanın bilinirliği vardı ve bunu derinden hissediyordum. Bir daha asla yaşama sıkı sıkı tutunamayacak olmanın bilinirliği hissettiğim gibi... Ölümün yabancı nefesini ensemde yeniden bulduğum gibi...
Saatlerdir ağlamaktan gözlerim şişmişti. Bağırmak artık o kadar yabancı birinin sesi gibi bir ses bırakmıştı ki kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Yakın zamanda büyük bir kayıp yaşamış olsaydım gözlerimi bu denli hırpalamazdım ama insanın kendi cenazesi için ağlamasından daha büyük bir gerçekle yüzleşemeyeceğinin de bilincindeydim. Bugün dünyaya son bir iz bırakmak istesem ne bırakırdım onu bile düşünemiyordum. Giderek dibe batıyor ve sonumun gelişini bekliyordum.
Zaman geçtikçe küçük camdan tek bir dağ bile göremiyordum ama sanki sonsuz bir ilerleyiş içindeydik. Motorun sesi o kadar kuvvetli geliyordu ki, sanırım motor dairesine yakın bir yerinde bir teknedeydim. Küçükken tatillerde annem ve babam denizin serin sularına atlarken teknelerin başında hep korkudan tek başıma bekler, onların geri gelmesini izlerdim. Suyun içinde şakalaşmalar, oyunlar derken eğlenceli zamanlar geçirmelerini izler, ben de onlarla mutlu olurdum. Bu kadar güzel anıların böylesine acı verici bir kafese dönüşmesi beni gerçekten talihsizliklerin tamamıyla baş başa bırakıyordu. Sağımda solumda bir geçiş yoktu. Başka bir çıkış noktası da yoktu. Sanırım bugün her şey için sondu.
Can nasıldı? Özge, Mert ve diğer herkes acaba şu an neredeydi? Babam ve Caner abi benim peşime çoktan düşmüş olmalıydı. Peki ya Milena... Milena'ya bir şey yapmış olsalar babam onların muhtemelen canına okurdu. Bunların hepsi benimle birlikte sonsuz soru işaretleri olarak ölümün soğuk kucağına gidecekti. Hayattan bihaber 18 bile olamadan buracıkta beni unutacaklardı.
Birden motorun sesi durdu. Dalgaların köpürmesi de yavaş yavaş duruluyordu. Muhtemelen mezarım olacak o yere nihayet gelinmişti.
Tutulduğum bölmenin dış tarafından sürgü sesleri gelmeye başladı. Birisi hızlıca tüm sürgüleri açmış ve gıcırdayan kolu itekleyerek içeri girmeye çalışıyordu. Korku ve bilinmezliğin içinde kutuya hapsedilen bir fareden farksızdım. Sinebileceğim en kuytu köşeye sinsem de beni kolaylıkla bulup çıkarırlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayatsızlar
ChickLitKavga seslerinden uzaklaşırken yolu yarılamış, sakin ve biraz da ıssız denebilecek bir sokağın köşesini dönmüştüm. Serin diye tabir ettiğim hava sokakta çok bina olmamasından mı kaynaklıdır bilmem birden derinden bir rüzgarla esmeye başlamıştı. Atkı...