''Yaraların kanaması mı lazımdı acısını kanıtlamak için? Gözden yaş mı akmalıydı sızımızı göstermek için?"
Bazen hayatımız koca bir fantastik kurgudan ibaretmiş gibi durabilir, bunda hiçbir problem yok. Karşılaştığımız ufak tefek mucizeler kitap sayfalarını dolduracak kadar çok olmayabilir, fakat kurguyu ilerleten ufak adımlardır diyebiliriz. Yolda yürürken küçük bir çocuğun size gülümsemesi, belki de çok güzel olduğunuzu söylemesi bir mucizedir bence. Yada yaşlı bir teyzeden alınan hoş övgüler, ihtiyar bir dedenin size nasihat etmesi veya yavru bir kedinin bacaklarınıza dolanıp siz sanki seçilmiş kişiymişsiniz gibi saf bir sevgi göstermesi de mucize sayılmaz mı? Diğer yandan tersinizden kalktığınız bir gün de tesadüfi bir şekilde hayatınızın aşkını bularak epey büyük bir mucizeye ev sahipliği yapabilirsiniz.
Fakat bunlar tamamıyla normal hayatı olan ve sıradanlığın verdiği özgürlük bayrağının altında yaşayan insanlar için geçerliydi.. Çünkü benim dünyamda mucize kavramı, kutsal kitaplardan fırlamışcasına görkemli bir anlam taşıyordu.
Tonlarca ağırlığa sahip devasa bir Ejder-insan'a karşı konulamaz şekilde aşık olmak lanet miydi yoksa mucize mi emin değilim. Yeniden mi doğdum yoksa binlerce yıl boyunca uykuda mıydım bilmiyordum, kendi isteğimle ölümüne korktuğum suya atlayıp altı saat boyunca tıpkı anne karnında ki bir bebek gibi nefese ihtiyaç duymadan süzülmek mucize miydi bilmiyorum. O suyun içinde geçmiş yaşamımı kalbimi parçalarcasına her bir detayını iliklerime kadar hissederek hatırlamam lütuf muydu yoksa eziyet mi bilmiyorum.
Ölümün acısını her gece tekrar tekrar yaşamak mucize olamazdı. Peki ya dirilmek?
Kulağa harika birşey gibi geliyor olsa da, korkutucuydu.. O hançer sanki hâlâ kalbimde takılı kalmış gibi hissediyordum. Kafamın içinde yankılanan kraliçenin sesi canımı yakıyordu. Herşeyin gerçek olduğunu bilmek ise, kâbuslarımı süsleyen bir başka ayrıntıydı sadece..
"Kelebeğim.."
Binlerce yıldır duymadığım adım sanki daha dün bana bahşedilmiş gibi bir alışkanlık ile başımı eğdiğim yerden kaldırıp onun gözlerine çıkarttım. Elimi sol tarafıma bastırmıştım farkında olmadan ve o da sıcak iri elini benimkinin üstüne yerleştirmişti.
"Canın mı yanıyor? Sorun nedir?"
Söylediği şeyle beraber yutkundum. Âires benim hayatım boyunca kuşkusuz kabullenip seveceğim tek gerçeğimdi. Herşeye ve herkese rağmen. Ona yüzlerce yıl önce aşık olmuştum, ve aylar önce yeniden. Sanırım bir kez daha ölüp dirilsem yine onu severdim, sanki kalbim onun için yaratılmış gibiydi.
"Hayır.. Ben, sadece.."
Ne diyeceğimi bilemedim. O ise hafif çatık siyah kaşları ve sanki içimi okur gibi baktığı kara hareleri ile diğer elini bacağıma yerleştirdi. Koltukta aramızda mesafe kalacak şekilde oturuyorduk. Tek hamlede sıkıca kavradığı bacağımdan kendi dibine doğru çekti bedenimi. Bunu öyle kolay yapmıştı ki, suyun üstünde süzülen bir yaprak gibi ona doğru kaymıştım.
"O kalbini kuş gibi çırpındıran şey her ne ise, sil at onu hemen. Sana zarar veriyor."
Emrivaki sesinin altında yatan koruyucu ton, dudaklarıma ufak bir gülümseme kondurdu. Bu adam insani duyguların öyle kolayca kenara itilemeyeceğini öğrenemedi mi hâlâ?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÂİRES'İN UYANIŞI
FantasyYeri göğü inleten kükreyiş bütün vücudumun korkuyla titremesine neden olmuştu. Ellerimle kulaklarımı kapatıp gözlerimi yumdum sımsıkı. Dudaklarımın arasından kaçan hıçkırığın ardından aniden kıyamet sona erdi. Şimdiyse duyduğum tek şey kendi nefes a...