'Farklı dünyanın insanları, aynı dünyanın canavarları..'
Dünya mıydı bizim etrafımızda dönen yoksa biz miydik onun etrafında dönen? Tek bir dünyaya sığamayıp başka başka göklerin altında dolanan, farklı farklı topraklara ayak basan, fakat her gittiği yere kaosunu da sürükleyen bizlerdik hiç şüphesiz. Dünyanın bir suçu var mıydı ki bu konuda? Oysa ne kadar da kolaydı o koca çamur topunu suçlamak her fırsatta..
Adaletsiz dünya!
Zalim dünya!
İğrenç dünya!Fakat bunların hepsi koca bir kaçıştan başka bir şey değildi. Öylesine korkak ve iki yüzlü varlıklarız ki, bu kurduğumuz cümlelerin öznesi insan olmalıyken 'Dünya' diyor ve kendimizi masum göstermeye çalışıyorduk.. Halbuki bu atmosferi cehenneme çeviren bizdik! Savaşlar, kavgalar, bitmek bilmeyen çatışmalar ve daha niceleri ile mahvediyorduk yaşadığımız yeri. Zavallı olduğumuzu söylemiş miydim daha önce?
Kendime pay çıkaracak olsaydım eğer, şu an karşımda ki aynanın yansımasına şöyle bir soru sorardım; dünyayı mahvedenlerden biri de ben olabilir miyim?
Elimde ki tarak siyah saçlarımın arasında dolanırken kendi yansımamı izledim koyu kahve harelerimle. İnsanlarla ettiğim mücadeleler geldi aklıma sebepsiz yere. Öldürdüğüm sayısız kişi.. Hepsinin bir sebebi vardı elbette, ben hiçbir masumun canını alacak biri değildim. Mesela Sio, pislik üvey abim. Onu ormanda bir domuz gibi boğazına sapladığım kılıcım ile gebertmiştim çünkü o yaşamayı hak eden birisi değildi. Yada Criosta da şehrin tam ortasında Kraliçeye saldırmaya çalışan üç kişinin boğazlarını ve organlarını acımadan delip geçmiştim. Çünkü vadimizin lideri hakkında yalan beyanda bulunarak halkı kışkırtmaya ve Kraliçenin canına kast etmeye yeltenmişlerdi. Kendimi bir asker gibi farz edip bu infazımdan da pişmanlık duymayabilirdim. Labha ve diğer Viking piçleri ansızın saldırdıklarında, Rionnag ve askerleri vadimizi kuşattıklarında ve daha nice savaşlarda sayısızca düşman avlamıştım. Hiçbirinden zerre kadar pişman değildim fakat bazen düşünmeden edemiyordum işte.. Acaba ruhum lanetlenmiş miydi sırf bu yüzden?
Arkamda beliren beden ile gözlerim aynada ona doğru tırmandı. Siyah keskin bakışları bedenimi delip geçen bir kurşun gibi etkiliydi adeta. İri vücudunun sıcaklığını hissedene kadar yaklaştı ve oturduğum sandalyeye doğru eğilerek başımın üstüne, ıslak saçlarımın arasına bir öpücük kondurdu. Ben ondan ayrılmaya çalıştıkça o beni böyle kendine çekiyordu işte umarsızca..
"Sessizliğinden hoşlanmıyorum Kelebeğim. Kafanın içinde ki kargaşaya beni de dahil et."
Kulağa hoş gelen erkeksi tok sesi odaya büyük bir hakimiyet yayarken elimde ki tarağı aldı ve nazikçe saç tellerimde dolaştırmaya başladı. İtiraz etmedim, onun hem olduğum kadınla hemde içimde ki kız çocuğuyla ilgilenmesi ruhumu dize getiriyor ve büyülü bir şekilde sakinleştiriyordu.
"Dalmışım öylesine.."
Cılız mırıltım havaya karışıp yok olurken onun dudaklarına yayılmış olan tebessüm içimi ısıtmaya başlamıştı. Bir bebeğin saçlarını tarar gibi naifçe dokunuyordu. Ellerinden biri yanağıma kayıp parmağıyla çeneme doğru okşadı ufak bir dokunuşla. Kendimi karşısında küçük bir kız çocuğu gibi hissediyordum şu anda. Diğer eli tarağı oynatırken derin bir nefes aldı.
"O çilekli köpükten mi sürdün yine?"
Gülmeden edemedim. Çilekli duş jelimden bahsediyordu elbette, az önce banyodayken bol bol kullanmıştım. Başımı aşağı yukarı salladım hafifçe. O, büyük bir özenle her bir tutamı taramaya devam ederken dudaklarımı araladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÂİRES'İN UYANIŞI
FantasyYeri göğü inleten kükreyiş bütün vücudumun korkuyla titremesine neden olmuştu. Ellerimle kulaklarımı kapatıp gözlerimi yumdum sımsıkı. Dudaklarımın arasından kaçan hıçkırığın ardından aniden kıyamet sona erdi. Şimdiyse duyduğum tek şey kendi nefes a...