'Bana doğru koşan şeyler ya benim için gelmiyorsa da başka bir şeylerden kaçıyorsa?'
Gökyüzünde kaç yıldız vardı tahminen? Bunu hep merak etmişimdir kendimi bildim bileli. Yada dünyada kaç çeşit çiçek vardı? Yerde ki kum tanelerinin sayısı kaçtı? Evrende en çok insan mı vardı yoksa hayvan mı? Peki en vahşisi hangisiydi?
Hiç şüphesiz ki insanoğlu gelmiş geçmiş en zalim yırtıcıydı. Siz daha önce evladına eziyet eden bir aslan gördünüz mü? Ben görmedim. Peki ya yavrusunu aç bırakan bir anne ayıya şahit oldunuz mu hiç? Hayır. Bu mümkün değil. Hayvanlar savaş başlatmaz, yavrularına işkence etmez, birbirlerine yalan söylemezdi elbette. Öyleyse nasıl olur da bütün kötülüklerin babası olan 'insanlar' onlardan daha üst konumda sayılırdı ki!? Bu hiç mantıklı ve adil değildi doğrusu.
Hırsla elimde ki ince uzun sopayı parmaklarımın arasında çevirip karşımda ki hayali düşmana savurdum. İçimde kabaran nefret, öfkemi körüklemekten başka bir işe yaramıyordu.
Sgotach uyandıktan sonra ki kavgamız onu içten yaraladığı için ihtiyar sabaha kadar onu iyileştirmek amacıyla o büyülü çaylardan yapıp içirmiş ve bir kaç sihirli söz eşliğinde garip ritüellerde bulunmuştu. Sabaha karşı kendine geldiğinde ise ona bol bol sarılma fırsatı bulmuştum. Olan biteni anlaması için Âires ona herşeyi anlatmaya başladığında ise onları yalnız bırakmaya karar vermiştim. Şimdi ise burdayım, geriye yalnızca otuzbir günümüzün kaldığı gerçeği ile baş etmek için kafamda yaratıp durduğum her bir düşmana kılıç savuruyordum. Yani, ahşap parçası.
"Önce Rionnag'ı bulmamız gerekiyor.."
O pislik ölmedi, dışarıda bir yerlerde elini kolunu sallaya sallaya geziyor ve belki de geçmişte yaptığı hiçbir şeyi hatırlamıyordu.
Sopayı ağacın sert gövdesine geçirdim hırsla.
"Âires için binlerce yıl yaşar mısın Kelebek?"
Kraliçe, beni oğlu için öldürmüştü. Hemde gözünü bile kırpmadan bedenime benim kendi kılıcımı saplamıştı. Yanımdan bir an olsun ayırmadığım kılıcımı.. Ona zarar vermemek için bir kenara attığım kılıcımı..
Vücudumda hâlâ tazeymiş gibi hissettiren o acı en çok kalbimi yoruyordu. İlk kez ihanete uğrayışım değildi, fakat en çok acıtan olmuştu."Oğlumun ve Criosta'nın kaderini senin kısa hayatına bağlayamam.. Üzgünüm kızım.."
Şimdi ne oldu peki!? Criosta'nın kaderi kurtuldu mu ben ölünce!? Peki ya Âires?.. Benim sevdiğim adam bambaşka bir dünyada bin yıllık bir uykuya hapsedildi.. Bu olanlardan kim fayda sağladı öyleyse!?
Bir kez daha elimde ki sopayı var gücümle iri ağacın gövdesine indirdim.
Otuzbir gün bize yetmeyecekti işte, o pisliği bulamayacağız! Bu koca dünyada, neye benzediğini bile bilmediğim bir adamın peşine düşeceğiz ve başarısız olacağız! Yapamayacağız..
Sopayı bir kez daha ağaca vurunca parçalanarak dağıldı elimin altında tıpkı içimde kalan son ümit kırıntısı gibi. Hızlanan nabzıma inat avucumda ki tahta parçasını kenara attım ve sert bir yumruk geçirdim ağacın gövdesine.
O neye benziyordu? Suratı nasıldı? Gözlerinin rengi, teninin ısısı, saçının şekli.. Sıradan bir görüntüsü mü vardı? Yoksa tek bakışta içinde ki şeytanı görebileceğimiz kadar iblis enerjisi mi saçıyordu etrafa?
![](https://img.wattpad.com/cover/303389006-288-k195571.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÂİRES'İN UYANIŞI
FantasyYeri göğü inleten kükreyiş bütün vücudumun korkuyla titremesine neden olmuştu. Ellerimle kulaklarımı kapatıp gözlerimi yumdum sımsıkı. Dudaklarımın arasından kaçan hıçkırığın ardından aniden kıyamet sona erdi. Şimdiyse duyduğum tek şey kendi nefes a...