İris

147 8 3
                                    

Bölüm XVII: İris

"Cesaret ister böyle itiraflar."

.

.

.

Ellerim ve ayaklarım uyuşuk, vücudum titriyordu. Ayağa kalkmaya çalıştıkça sendeleyip, tekrar bayıldığım yere düşüyordum. Üşüyordum. Delice titriyordum. Görüşüm bulanıktı.
Hazar'a kıyamamam onun için en ayrıcalıklı şeydi. Önce etrafıma camdan güven duvarı ördü. Sonra özenle kırdı, paramparça etti. Kendime gelemiyordum, Hazar beni güzelce tokatlayınca kendime gelmem uzun sürmedi. Bana yaptıklarını misliyle ödetecektim. O zaman nasıl bir şeymiş, acı anlayacaktı.

Kapımın alacaklı gibi çalınmasını önemsemiyordum. Halim de yoktu gerçi. Zaman ilginç bir kavram. Seni olmak istediğinde olduğun kişi arasında sallandırıyor. Aradan yeterince zaman geçtiğinde kısa süreli aydınlanma yaşıyorsun. Ben değer verdikçe, değersizleştim. Belki de asıl sorun buydu; içimizde büyük acılar var, gösterdiklerimiz özenle deşiyordu. Beynime sızmasına izin vermiştim. Kontrol artık bende değildi.

Kapının kırılacak gibi çalınması beni yerimden dahi kımıldatmıyordu. Deli gibi üşüyordum. Düşüncelerim, kapının önündeki sesler birbirine giriyordu. Nefesim daralıyordu. Kardeşime bir şey olma düşüncesi beni hareketlendirdi. Yavaş yavaş dizim ve ellerimden destek aldım. Yatağa doğru düzeldim. İçimdeki son enerji kırıntılarıyla dış kapıya ulaştım. Kapıyı açtığımda sendeleyerek yere düştüm. Kaan ile göz göze geldim. Hızla yanıma eğildi. Önce başımı, arka yukarı doğru kaldırdı. Göz bebeklerime gelen ışıkla her yer aydınlandı. Çok hızlı hareket ediyordu. Nereden getirdiğini bilmediğim iğneyi kolumdan vurdu. Titremem normale dönmüştü. Artık görüşüm normaldi.

"Kaan, kaldır beni." Sesim kısık çıkmıştı.

Kaan dediğimi ikiletmeden beni yerden kaldırdı. Beni kolunun altına aldı. Destek alarak yürümeye başladık. Evin önünde bulunan arabanın arka koltuğuna beni yerleştirdi. Hızla ön koltuğa geçti.

"Kaan sen nasıl buldun beni?"

Kaan bir yandan arabayı çalıştırıyor bir yandan bana cevap veriyordu.

"Hazar'dan mesaj aldım." İç cebinden çıkardığı telefonu bana uzattı.

Telefondaki mesajı okuduğumda kafamı cama doğru çevirdim.

Camda yansıyan yüzümde rahatsız edici gülümseme oluştu. "Hem beni zehirliyor hem beni kurtarıyor insafsız." Daha çok kendi kendime konuşuyor gibiydim. Bir elimi başımın altına koyarak cana yasladım. Beni öldürmediği için pişman olacaktı.

"Kaan." Dedim duygusuz bir sesle. Dikiz aynasından göz göze geldik.

"Havaalanına gidiyoruz." Cebimden çıkardığım sigarayı dudaklarımla buluşturdum. Parmaklarım titreye titreye çakmağı ateşledim. Sigaradan bir nefes çektim, dumanın ciğerlerimi zehirlemesine izin verdim. Sanki bir şeymiş gibi. Çok kırıldım diye zamanın durduğu da yok. Yelken ve akrep bana düşmandı.
Bir sonraki hamlem her şeyi değiştirecekti. Hazar'ın beni sınama ihtimaline karşı kardeşimi arayamadım. İlk bakacağım yere gideceğini biliyordum. Bu tuzağına düşmeyecektim. Kadir'e bizimle havaalanında buluşması için kısa bir mesaj attım.

"İyi misin Baha?" Kaan'ın sesi endişeliydi.

"İyiyim sorun değil. " Sigarayı bitirmeden açtığım camdan fırlattım. "Hepimiz biraz düşeriz."

Kaan'ın meraklı bakışlarını görebiliyordum. Anlatamıyorum. Cidden hiçbir şey anlatamıyorum, anlatacak çok şeyim olsa bile... Şuan dilim lal olmuş gibiydi. Hayatımın bir an olsun kendimin olduğuna inandırdı bana. Yalanlar için en güzel saklama yeri gerçeklerdi. Bana kendi gerçekleriyle gelmişti. Bir an... Oysa benim hayatım yoktu. Benim duygularım yoktu. Ben yoktum. Bana ihanet etmesi sorun değildi. Biliyordum. Canımı yakan şey, çok özel hissettirdiği anılardı. En kötüsü de hepsinin gerçek olduğunu biliyorum. Keşke tanışmasaydık desem onca anıyı silmeye kıyabilir miyim, iyi ki yaşandı desem bu kadar acıyı aşabilecek miyim?

Anlaşmalı KorumaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin