---GÖRKEM---
Kapı çaldı. Derin bir memnuniyet hissi içimi sararken odadan çıktım. Geleceğini biliyordum. Hayır, gelmesini umuyordum. Ailesinin yanında geçirdiği koskoca iki haftadan sonra beni reddetmesi inanılmazdı! Ve şimdi geldiğine göre beni kendisinden mahrum bırakmanın cezasını ödeyecekti. Kısa bir süre sonra kendimi onda kaybedeceğimin bilincinde keyifle açtım kapıyı. Merve?
"Buraya nasıl geldin?" Kafasını kaldırıp yüzüme baktığında ağladığını fark ettim. Bu beklediğim son şey bile olamazdı. "Ne oldu sana?" Azra, neredeydi? "Azra..."
"O iyi, abi. Evde uyuyor." Kapıyı sonuna kadar açıp içeri geçmesi için kenara çekildim.
"Sen..." Ben devam edemeden, "Ali, getirdi. Beni bu halde görünce onu zorlamama gerek kalmadı," dedi. Üzerindeki ceketi çıkarıp koltuğa fırlattı. Sanki buraya defalarca gelmiş gibi mutfağa gidip açtığı ilk dolaptan bulduğu büyük bardağa su doldurdu.
"Ne olduğunu söyler misin? Bu şekilde beklemekten nefret ediyorum," dedim neler olduğunu bilmemenin siniri yavaş yavaş vururken. Onu ağlatacak ve bana gelmesine sebep olacak ne olmuş olabilirdi? O zibidi yüzünden mi bu haldeydi? Eğer ona herhangi bir şekilde zarar vermişse onu ellerimle öldürürdüm.
"Biraz yorgunum, ama seninle konuşmak için daha fazla zaman kaybetmek istemedim." Salona geçip koltuğun köşesine oturdu. "Bir içkiye ihtiyacın olabilir," dedi. Oysa benden çok kendisinin ihtiyacı varmış gibi görünüyordu. Ayrıca ne konuşacaktı da benim içkiye ihtiyacım oluyordu? Damarlarımda süzülen kanın akışı yükselmeye devam eden sinirimle hızlandı.
"Sinirlenmeye başlıyorum."
"Bana da bir kadeh şarap koyarsın, değil mi?" Normal davranmıyordu ve bu benim elimi kolumu bağlıyordu. Her ne olduysa onu yaralamıştı ve onun gözünden akan bir damla yaşın dahi beni ne hale getirebileceğinin farkında değildi. Ona şarap, kendime bir viski doldurduktan sonra yanına oturdum. Kadehi elimden alıp yudumladı. Gözlerini kapatıp düşüncelerinde kısa bir süre zaman geçirirken ne yapacağımı bilemeden bekledim. Karşımdaki Merve değil de bir başkası olsa şu ana kadar çoktan sinirden patlamış ve öğrenmem gerekeni söyletmiş olurdum. Başkası olsa bu kadar umurumda olur muydu, o da ayrı konu. Belki Azra...
"Benimle neden hiç konuşmadın? O kadar sene boyunca beni hep kendinden ve buradan uzak tuttun, ama hiç konuşmadın," dediğinde aklım Azra'da olduğu için ne demek istediğini anlayamadım. Uzak tutmak derken...
"Konuşmadım?"
"Sen benim kahramanımdın, biliyor musun?" Buruk bir tebessümle kıvrıldı dudakları. O kadına benziyordu, gülümsemesi. Ama o kadın Merve'nin tırnağı dahi olamazdı. "Her kavgalarında yanıma gelir, ikimize de kulaklık takar, saçlarımı okşardın." Bunları neden anlatıyordu? Ayrıca bunları hatırlıyor muydu? Lanet olsun! Ölmelerine rağmen yakamı bırakmıyorlardı.
"Merve'm, canım... Bunlar çok eskide kaldı," dedim konuyu kapatmasını umarak. Gözünden iri bir damla süzüldü. Bu kadar sene sonra onu ağlatmayı başardıkları için hiç olmadığı kadar büyük bir nefretle doldum. Geç kalmıştım. Çoktan zarar görmüştü masum ruhu.
"Gerçekten eskide kaldığından emin misin? Sen de benim gibi taşımıyor musun geçmişin izlerini hâlâ? En azından geceleri düşmüyor mu aklına? Onların yaptıkları hatalar yüzünden uzaklaştırmadın mı kendini herkesten? Benden bile..." Onlara duyduğum öfke öylesine tanıdıktı ki bununla yaşamaya alışmıştım. Ama Merve'nin ağzından çıkan her bir kelime zamanın bağladığı kabukları kanatıyor, baş edemeyeceğim duyguları salıyordu. Onların lanet olası her kavgasına tanık olduğunda dolan gözlerini yalnızca ben silmiştim. Onu korumak istemiştim. Görmesin, unutsun... Yoksa ister miydim ondan uzak kalmak...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAL KÖPÜĞÜ / YENİDEN YAYINLANIYOR
Ficción GeneralSoğuktu. Teni kadar soğuktu bakışları. Ardındakileri gizleyen, kendine dair en ufak bir iz taşımayan koyu kahve gözler... Vurulmuştum. Kendi iyiliğim için ondan uzak durmamı istemişti. Ardından beni öperken tüm benliğimi ele geçirdiğini fark edememi...