Her ne kadar istemeseler de Jungkook ve Sehun unnie, az önce Junghyun oppa'ya veda etmiştik. Oppa da kalmak istediğini dile getirmişti ama iblisi Waldo'nun baskısı yüzünden kontrolü kaybedip Jungkook'a zarar vereceğinden korktuğu için gitmesi gerektiğini belirtmişti. Ares yani Jin oppa yokken bu savaşa kimse engel olamaz diye de uyarmıştı. Jungkook abisinin yeniden gidişini kabullenmesi de oppa'ya söz verdirtmişti. 'Beni sakın unutma ve arada ziyarete gel,' demişti. Oppa da Jungkook'u unutmasının mümkün olmadığını, onu özledikçe malikaneye geleceğini belirtmişti.Oppa'yı gönderdikten sonra toparlanmıştık. Gerçi bir eşyamız yoktu ama yine de hazırlanmıştık. Şafak vaktini geçmiştik ve artık yola çıkmanın vakti gelmişti. Hatta geç bile kalmıştık. Tam anlamıyla yola çıkmaya hazır olduğunuzda köşkten ayrılıp kendimizi toprak yola atmıştık. Bakalım bu gidişimiz olaylı mı yoksa olaysız mı olacaktı? Umarım olaylı olurdu. Artık olaysız demekten vaz geçmiştim. Olaysız olmasını istediğim için olaylı diyordum. Bir nevi totemimdi.
Başımı anlık olarak sola çevirdiğimde Mingwon'u gördüm, gülüyordu. Peki neden? O bir kurttu yani beni duymuş olması imkansızdı. Biraz daha dikkatli baktığımda gülme sebebinin Jinkyong unnie olduğunu fark ettim. Evet Mingwon ile önceden tanışmıştık ama onu gülerken ilk kez görüyor gibiydim. Gülüşü cidden güzeldi. Ayrıca ses tonu da muazzamdı. O an aklıma takıldı. Hoseok'un bana hediye ettiği madalyonu düşürdüğümde almaya giderken beni kurtarmıştı, peki ben ona teşekkür etmiş miydim?
Flashback...
Kolyemi bulma umuduyla gözlerim yerde geziyordum. Bir süre yerle bakıştım ama kolyem hala görünürde yoktu. Tam pes edip büyük bir ağaca yaslanmıştum ki, gözüme bir parlaklık çarptı.
Parıltıyı gördüğüm yere doğru ilerledim. Sanırım kolyemi bulmayı başarmıştım, ama büyük bir sorun vardı. Oraya nasıl inebilirdim? Kolyem bulduğum yere göre nehir yatağına yakın bir yerde kalmıştı. Yani benim bulunduğum tepenin aşağısında. Derin bir iç çektim. Kolyem ile resmen bakışıyordum ama onu almak için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.
Bir iki adım geri gittim. Acaba buradan aşağı atlasam ölür müydüm? Yani bir taraflarımı sakatlamam bu kolyeye değer miydi? Düşünmeye gerek bile yok, kesinlikle değerdi. Ama ne var ki ben de aşağı atlayacak cesaret yoktu, ki zaten olsa da bunu yapmazdım. Dikkatli bir şekilde aşağı doğru eğildim. Aşağı inmenin bir yolu var mı diye etrafı kontrol ediyordum.
Eğer aşağı inmenin güvenli bir yolunu bulursam, Eun-ji'ye haber verecek ve aşağı inip kolyemi alacaktım. Görünürde bir yol yok gibiydi. Ama bence ben göremiyordum. Doğruldum ve kolyemin parıltısına yeniden baktım. İleride sanki bir yol görür gibi oldum ve bir adım attım. Ama keşke atmasaydım ya da dikkatli olsaydım.
Ayağım ne olduğunu bile anlamadan kaydı ve bedenim sanki aşağı doğru itilmiş gibi oldu. Refleksle çığlık attım. Dengemi kaybettiğimde artık düşeceğimden emin olmuştum. Ne olduğunu anlamadım. Bir güç sanki düşmeme engel olmuş gibiydi. Belimde bir el hissettim ve sertçe ileri doğru çekildim. Belimdeki el Eun-ji'nin eli olamayacak kadar sertti.
Yumruklarım refleksle karşımdaki kişinin göğsüne değdi. Şu anda görebildiğim tek şey, kahverengi bir kazaktı. Eli hala belimde dururken yavaşça başımı yukarı kaldırdım. Görüş açıma önce beyaz bir zincir sonra da beni tutan kişinin yüzü girdi.
Yüzü yabancıydı ama bir o kadar da tanıdıkdı. Kısa bir süre sonra kendime geldim ve boğazımı temizleyerek ondan ayrıldım. Yüzüne dikkatlice baktığımda kim olduğunu anlamıştım. Eun-ji'nin fotoğrafını gösterdiği Min-gwon'du bu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vampire Mansion⁴ : Tilki
Vampire~~ "Oturmak ister misin?" diye sorduğunda başını olumlu anlamda salladım ama oturmadan önce görüş alanıma bir şeyler girdi. Şu an beni tutan Jungkook'u görmem gerekirken onu görmüyordum. - Malikaneye yakın bir yerdi, fazla yakın. Ağaçlık alanın oldu...